PAYLAŞIM DEFTERİ-2
14 Eylül 2009,
16:38 (Düzenle)
hocam bu yeni site süper olmus..bizim beceremediğimiz su elt işi süper yani
site bilgi hazinesi gibi hersey var uzaktan eğitim olaylarına da girmişsiniz
sekiz kırkbesciler için mükemmel..sizi cok özledik hocam bu sene derste beraber
olmasak da aynı binada olacagımız kesin artık yeni yeriniz hayırlı olsun en
kısa zamanda görüsmek üzere..
15 Eylül 2009,
23:03 (Düzenle)
ellerinden eğitim pıanrından kanarcasına öptüğüm sayın hocam Abdullah Can..
öncelikle yeni sitenizi kutlamak isstedim gerçekte harika olmuş..sanırım
Oğuz’un işi bu…
uzun zamandır size yazamamanın vermiş olduğu üzüntüyü biraz hafifletti…
bu gece bin aydan hayırlı kadir gecesi..kadir gecesinin size,değerli ailenize
hayır,mutluluk ve afiyet getirmesini diliyorum..işiniz çok yoğun
biliyorum,umulur ki bu mesajı okuyup bizlere eğitim öğretim haytımıza yönelik
tavsiyelerinizi yazabilesiniz…
uzatmak istemeden siz kıymetli hocamı saygıyla ve bir the Adnan klasiği ile
küçük bir dörtlükle selamlıyorum…hayırlı geceler..
cuş-a geldi gönlüm yine fısıldayan servilerle
herbir yaprağı bir gönül,hasbihale daldım gönüllerle.
ben bir asayı tedrisim buluştum nazenin ellerle
ol yollarda aydınlığa yürümeğe geldimm…
SAYGILARIMLA..
16 Eylül 2009,
08:55 (Düzenle)
Sevgili Adnan,
Geçen günlerde bir arkadaşınıza yazdığım gibi, yaşam bir döngü.
Güçsüz bir biçimde başlıyorsun, büyüyorsun, üretiyorsun, paylaşıyorsun, mutlu
oluyorsun ve bir zaman geliyor, yavaş yavaş sahneden çekilip, geçmişte duyduğun
mutluluğu anılarda arıyorsun…
Beni sizlerle tanıştıran meslek yaşamımda da artık “bir sona” daha yakınım…
Yeni site, Oğuzhan’ın işi.
Moodle ise bir oyalantı.
Bu defter de (sizler yazdığınız müddetçe) geçmişin anılarıyla avunma olacak…
Olağanüstü bir durum olmazsa meslekte sondan ikinci yılıma başlıyorum.
Hem de iki yıl sonra herhangi bir planım ya da (hani olur ya, paralı bir iş
falan gibi) çok cazip bir seçeneğim olmaksızın.
Ben bu işi talebelerime bir şeyler verebilmenin hazzıyla yaptım hep. Dört
yıl ard arda benden kalan Elif’in, bahçede koluma girip beni teselli etmesini
yaşadım. Kıldı gıcıktı ama “adildi” diyen kardeşlerimle yaptım bu işi.
Abilerle, ablalarla, en özel konuları paylaşacak kadar yakındık, samimiydik.
Sizden önceki dönemlerde birlikte olduklarımız ve bu serinin sonu sizler,
bizlere inanırdınız. Biz de sizlere güvenirdik. Yoklamaymış, yerine imzaymış
gibi konular gündemimizi asla işgal etmezdi. Sevgi, saygı ve güvendi bu
sistemin aküsü…
Artık devran değişti.
Sümeyye’ler, Nubanu’lar, Semanur’lar, Ümmüş’ler, Hanife’ler (şimdi aklıma
geldiler, diğerleri gereksiz alınganlık göstermesin lütfen) gibi elin
parmaklarını geçmeyen bir grup öğretmen adayı kaldı geçmişi anımsatan. Ve işin
acısı onlar da benim duyduğum mutsuzluğu duyuyorlar…
Sınıfta beni “ders bitse de bir an önce çekip gitsek” diyen gençler
bekliyor.
Bedelini ödemeden başarılı olmayı düşleyen kişiler hızla artıyor.
Artık soru soran yok, dahası soru sorana kötü kötü bakıp “vazgeçirmeye”
çalışanlar var.
Enerjimin büyük bir kısmını, “haksızlıklarla mücadeleye” harcıyorum, üstüne
de “böyle şeylerle uğraşmanın bana yakışmadığı” şeklinde nasihatler dinliyorum.
Ve sevgili Adnan, sizlere olumsuzluklarla mücadele nutukları atan ben,
kabuğuma çekilip, kalan zamanı, (devletin verdiği parayı helal ettirme
konusunda taviz vermeden) zorlanarak geçirmeye çalışıyorum.
Ama bunda en büyük neden, hızla azalan TALEBELER, gittikçe artan
ÖĞRENİCİLER…
Belki bunları seni şaşırtan, düş kırıklığına uğratan bir çelişki olarak
algıladın.
Ama ben size hep demiştim. Göstermekten çekinmediğim bir içim vardı ve hala da
öyle… Size karşı her koşulda “ben” olmuştum.
Bu noktadan baktığında değişen bir şey yok. Çizgi aynen devam ediyor.
Göstermekten çekinmediğim bir içim var ve içimden geçenler de aynen bunlar…
Yaş kemale erdi, gözlerim de iyi göremiyor artık. Ama siz daha gençsiniz. Şöyle
dikkatlice baktığınızda, sahilde hala kurtarılmayı bekleyen denizyıldızlarının
olduğunu göreceksiniz…
Senin ve dahi anılarımı süsleyen tüm dümbüklerin, özlemiş olarak, sevgiyle
gözlerinizden öpüyorum…
16 Eylül 2009,
13:57 (Düzenle)
selam hocam..inanın yazdıkalrınızı okuyunca gözlerim doldu..bilin ki beni
mesleğe atılmadan önce sizin gizil yada aşikar olarak bana aşıladığını
meslek,insan ve eğitim düşleri ayakta tuttu..
şimdide hala öyle,ama görüyorum ki siz artık yeni öğrencilerinzile sanırım
mutlu değilsiniz,,aslında şöyle oturupta bi düşünseler ne kadar size
ihtiyacları olduğunu anlayacaklar..
ben ve benim gibi arkadaşlarım sizden sadece syntax almadık,aslında öğretmenliğin,insanlığın,hoşgörünün
ve hizmet etmenin syntax,semantik ve buna dair neyi varsa hepsinia aldık…
evet sizin dersinize çok çalışıyordum ,neden mi?
çünkü ben fakülteye gelirken gramer dersini diil sizle geçecek,güzel anları
düşünerek geliyordum…
ben yarım saat okumakla sınawına hazırlanacağım ama günlerce okumakla
anlayamadğım derslerle karşılaştım o okulda ..nedeni belliydi..buz gibi ders
iklimi…
4 yıılık eğitim ve öğretim hayatım (burayı böbürlenmek için söylemiyorum) şanla
şerefle geçti,,biliyormusunuz, hiç anadolu lisesi kazanmayan bir okula 3 yılda
10 tne anadolu lisesi ve bir tane fen liseli kazandırmak,ingilizceyi küçücük
ruhklara sevdirmek,dersi sıkıcı 40 dakikalıktan çıkarıp,yaşam odası haline
getirmek gibi bi çok insana dair becerileri senden,evet senden öğrendim
ABDULLAH hocam..
O SIRALAR OLMASAYDI,DAHA DOĞRUSU SİZ OLAMSAYDINIZ BBEN VE BENİM GİBİ ARKADAŞLAR
BOYLE OLAMAZDIK…
İNANIN ALDIĞIM O KADAR GÜZEL GERİİ DÖNÜTLER VAR Kİ ÇOĞU SİZİN ESERİNİZ…
SİZİN BİR KENARA ÇEKİLEBİLCEĞİNİZİ HİÇ DÜŞÜNMÜYORUM..İNANIN AKLIMIN UCUNDAN
BİLE GEÇMİYOR..BE MEMLEKETTE EĞİTİMİN IŞIKLARI SÖNERSE CEHALETİN YOSUNLARI
BÜYÜR..
SAYGIYLA ELLERİNİZDEN ÖPÜYORUM..
16 Eylül 2009,
21:00 (Düzenle)
Merhaba Abdullah Hocam,
Ne zaman eğitimle, derslerle ilgili sorum olsa bana yardımcı oldunuz ve beni
yönlendirdiniz. Her şey için çok teşekkür ederim.
Bu satırlarını yazarken ne hissettim biliyor musunuz? Davranışınız ve
tutumunuz benim öğretmenlik hayatıma da yansıdı sanırım:)Kopyalamadım:) Hatta
şimdi yazarken farkettim bu durumu. Öğretmenliğin ne kadar güzel bir duygu
olduğunu, bilgiyi paylaşmanın ne kadar heyecan verdiğini,öğretmenin kişiliğinin
etkin öğrenmeyi nasıl tetiklediğini hissederek bu yıl 8. yılıma giriyorum
eğitim sürecinde:):):)
İyi ki üniversite yıllarımda danışman hocam olmuşsunuz ve iyi ki varsınız…
Her şey için çok teşekkür ederim.
*Çok çalışacağıma söz veriyorum:):):)
Neslihan Önder (Uludağ Üniversitesi, İngiliz Dili Eğitimi, 2002 Mezunu)
21 Eylül 2009,
18:17 (Düzenle)
Hocam,
Giden, elleri öpülesi talebelerinizin( şimdinin idealist öğretmenleri)
hasretini çektiğinizi gerçekten çok iyi biliyorum. Keşke bu öğrenci profili hep
aynı kalabilseydi de değil 3-5, 300-500 talebeyle büyük bir şevkle bu
mesleğinizi icra edebilseydiniz.
Atalarımız gerçekten çok şey biliyor olmalı ki “Gelen gideni aratır.” diye
boşuna söylememişler.
Biz diğer talebeleriniz gibi şanslı olamadık belki ama öyle ya da böyle aynı
yolda yer aldık.
Bizler her ne pahasına olursa olsun unutulmuş değerlerimize sahip çıkarak
bu işe devam edeceğiz.
Diyecek çok şey var ama söylemlerden ziyade uzun vadede yapılan işleri buraya
yazmak daha mantıklı sanırım.
İyi ki varsınız! Bizim size ço..ook ihtiyacımız var.
SAYGILAR…
25 Eylül 2009,
02:26 (Düzenle)
Kıymetli hocam, bu yeni sitenizi ilk defa şimdi gördüm. Çok daha
kullanışlı, kolyaca heryere ulaşılabilen bir site olmuş.Maşallah Oğuzhan el
attığı herşeyi ihya ediyor. Bize de bi el atsaydı da biz de düzelseydik. Az
önce Adnan-the-Adnan’ a yazdığınız cevabı okudum, inanınki çok hüzünlendim hele
’sondan ikinci yıl’ınızı okuyunca gözlerim dolu dolu oldu. İçimde hep umudumu
korumuştum bir gün yine yüksek lisans sıralarında sizin sesinizi duyabilmek
için ama görüyorumki bu umudun yavaşça tükenme sırası gelmiş:((( Ufkumu açan
hayata bakış açımı değiştiren ve hayatta belki geç tanıdığım ama her zaman
örnek alacağım bir insan olarak kalacaksınız hep. Mevladan dileğim hayatta bir
daha sizinle karşılaşmak ve yine öğrenciliğinizi (‘talebe’ demeye yüzüm
tutmuyor) yapabilmek nasip etmesidir. Milli eğitimde öğretmenlik olmadı, bu
sene de olmayacak gibi görünüyor. Ama sağlık olsun demekten başka bişey gelmiyor
elden. Hayırlısını diliyorum yine herkes hakkında.Siteniz tekrardan hayırlı
olsun. En kısa zamanda görüşmek dileğiyle hayırlı eğitim-öğretim yılı
dilerim.Saygıyla ellerinizden öperim.
bu kadar duygusal metınlerin altına hiç yakışmayacak benım
yazdıklarım(hazırlıksız yakalandım.. bu saatte bu kadarr olurr)yenı site guzel
olmuş falan da diyemıcem eskisini bilmiorum.. bugun ilk kez dersine girdiğim
bir öğretmenin sitesi o kadar… biraz etkilenmişim iz kalmış ki burdayım bu
saatte… kalıcı iz mi daha sonraki yıllarda anlıycazz.. (yok yok bayagi
etkilenmişim kavramlarla nasıl oynar oldum:D) uzatmamalı lafıı.. hocam su
mesajlara bakmazmısınız da son 2 yıl dersiniz.. sizi bu kadar seveniniz var ama
hala bi doymamişlik soz konusu.neyse belki bu yıl fikriniz değişir… ama guzel
bı donemm olcakk.. umarım yazdıklarımı saygısızca bulmazsınız(çoğu öğretmen hep
boyle bulur) metındeki rahatlığım da ismimi vermemiş olmamdan değil,tek ders
olm. rağmen sizi bıraz da olsa tanıdığımı sanıyorum.. iyi geceler
Sevgili Kardeşim,
Önce, derste söylediklerimi hatırlatayım sana. Aramızdaki iletişim kapısı
açık. Ben, (öğretmen yönümün dışındaki kişiliğimle ilgili olanlar hariç)
yüreğinin sesini saklamayanları “saygısız” değil, “samimi” ve “dürüst” olarak
algılıyorum. Söylemler bazılarınca “acıtıcı” bulunsa da. Ben söylemlerinde bir
saygısızlık göremedim…
Son iki yıl meselesine gelince…
Ben de istemiyorum.
(Allah ne takdir etmiş bilinmez de) emeklilik için bizde yaş haddi 67. Bu da
benim için 19 yıl önce demek.
Yani, ben de istemiyorum.
Ben mucizelere inanmıyorum.
Ama sizler (denizyıldızları) bir mucize yaratabileceğinize inanıyorsanız,
denemekle ne kaybedebiliriz ki?
Istanbul’a selamlar.
Sevgilerimle…
öncelikle selam sizin yaptıgınız herşeyin sonucu hüsran galiba hiç bir işi
dogru dürüst yapamıyorsunuz zaten derslerinizde bir halta yaramaz anlatışınız
zaten sıfır muhabbetiniz ise berbat acıkca yazayım evlat olsanız
sevilmezsiniz.. kırılmayın sakın sizin işe yaramaz derslerinizi bir sayfa bile
okumadan gectim.bana ne gıcıklıgınız var bilmiyorum ama bunun acısını sizden
cıkartacagım bir gün gelir elime düşersiniz kendinizi ne sanıyorsanız bana
söylediklerinizi hala unutmadım bunu nedenini bulucam üzerinden zaman
gecsede.artık cekememezlikmi desem ne.
Yanıt:
Senin gibilere yanıt vermeyi gereksiz zaman kaybı sayıp, bundan sonra da
karşılaşabileceğim benzeri tepkilere baştan topluca yanıt vermek için
yazıyorum..
Sevgili yavrucuğum,
Benden ders alırken, dersle ve öğretmenliğimle ilgili her türlü eleştiriye açık
olduğumu bildiğin halde, bunların sınavınıza değerlendirmeye yansımayacağı
güvencesiyle herkes her şeyi söyleyebilirken derdini söyleyebilseydin,
yazdıklarını, söylediklerini ciddiye alır bunlardan bir anlam çıkarmaya
çalışırdım.
Ama, şu anda yaptığının, işe yarar bir eleştiriden çok, altına ad yazılamayan
(çoğu zaman iş bittikten sonra toplumun arkasına saklanarak, insanın içindeki
kini kusması, bir kişilik eksikliği olarak değerlendirilir) e-postalar
aracılığı ile kendini tatmin etmen, benim çok ciddiye alacağım bir davranış
değil. Sana ne söylediğimi, ne yaptığımı hatırlamıyorum, ama üslubundan, senin
için ne yapmışsam doğru yapmış olduğumu görüyorum. Ben ders ANLATMA yanlısı
değilim, bu bir, muhabbet etmiyorum, PAYLAŞIYORUM bu iki.
Böyle tehditler, dört yıl emek verilerek üniversiteden hem de insan yetiştirme
işinin öğrenildiği bir fakülteden mezun olmuş bir kişiye yakışmıyor. Eline
düşeceğim günü beklemene gerek yok. Yerim yurdum belli, atla otobüse gel, neyse
derdin anlat, ne yapacaksan yap ve iç dünyandaki fırtınayı dindir. İç
dünyandaki bu kavgayla kendi kendini yeme, yazık sana…
Eğer derdin yeni gelen öğrencilere bir mesaj vermekse, merak etme ben söyledim
onlara öğrencilerimle ilişkilerimin orta yolu pek olamıyor diye. Ya senin
gibiler olacaklar, ya da “denizyıldızları” Bunu onlar da biliyorlar artık.
Diğer öğrencilerimden, gerek arkadaşımıza kızarak, gerekse beni savunma
refleksiyle bu konuda yazıp yorum yapmalarını istemiyorum. İnanın gerek yok…
Abdullah Hocam;
notları almak ve bugün derste bahsettiğiniz online sınav sistemide neymiş
bende indireyim sunu bilgisayarıma düşünceleriyle girdim sitenize. yaptım ettim
baktım derken birde ziyaretçi defterine göz atayım dedim. okudum okudum
okudum.. yazdıklarınızdan ve öğrencilerinizin yazdıklarından bugün derste
nelerden bahsettiğinizi biraz da olsa anladım.. hem okudum hem düşündüm,derste
“ben biliyorum ki aranızdan belki 4-5 kişiniz istediğimiz öğretmen olucak
burdan mezun olduğunda” demiştiniz neler kastettiğinizi daha iyi anladım umarım
ki onların arasında yer alırım..
saygılarımla…
Sevgili Kardeşim,
Bizim size birşeyler öğretmemiz olanaklı değil. Ne yazık ki kuramlar,
uygulamalar bunun böyle olduğunu gösteriyor. Öğrenecek olan da, uygulayacak
olan da SİZLERSİNİZ. Bu nedenle atabileceğimiz en büyük, en sevindirici adım,
sizin BUNUN GEREKLİ OLDUĞUNU GÖRMENİZİ sağlayabilmek. Mesajına ulaştığım bu
gece, bana işe yarar bir adım atabilmiş olmanın mutluluğunu yaşattın. Kaldı 4
kişi…
Sevgiyle…
meraba hocam
bende bu sene ilk defa sizle tanışan dersinizi yeni alan öğrencilerinizden
biriyim.Ne olur yalakalık olarak almayın ama bütün söylenenlere bütün
ekleştirilere ramen’’sakın abdullah tan ders alma”lara rağmen ben hayatımda
hiçbir desrten alamadığı br renk aldım.Nasıl mı şöle ki ye klasik ders anlatışı
yok ezberlenmiş kavramlar yok yada hepsi öykülenmiş bir şekilde var.Mesela yıllardır
tanımladığımız eğitimin tanımı ilk defa bu sene aklımda ve ezberlenmemiş
şekilde.İşte farklı yanı bu Sanırsam bunun adı öğrenme hocam.Galiba
öğrendim.İşte bu okdar zevkliki 3 sene sonra mezun olunca ya böle glmiş böle
gider demktense AA bak ben bunları öğrenmiştim bi uygulıyım bakalım bişeyleri
değiştirebilecekmiyyim diyeceğime eminim artık KISACASI ARTIK ÖĞRENDİĞİM
SINAVŞAR BİTTİKTEN SONRA AKLIMDAN UÇUP GİTMİCEK BİR ÖĞRETMEN OLUNCA BUNLARI
UYGULAYACAĞIM VE NETİCESİNİDE GÖRMEK İÇİN ÇOK SABIRSIZLANIYORUM..
SAYGILARIMLA..
Eyvah, bir kişi daha zehirlenmek üzere… Öğretmenler artıyor…
Şaka bir yana, ben sizlere bir seçenek sunuyorum. Eğer uyarsa alırsınız,
kendinizden birşeyler katar ve “sizin tarzınız” olarak kullanırsınız. Yani,
hala baştaki söylemimin arkasındayım. Kimse kimseye bir şey öğretemez.
Öğretmenin tek yapabileceği “öğrenme ortamı” sunmaktır.
Sevgiyle…
Hocam merhaba…
Yeni siteniz hayırlı olsun amaçlarınıza daha iyi hizmet etsin.Uzun zamandır ben
de yazamamıştım size ama gecenin bu vaktinde google nin sayesinde yeni sitenize
ulaşmak zor olmadı.İnşallah hayatınızda herşey yolundadır.Sağlıcakla kalın…
Uzunca sayılabilecek bir sürenin ardından senden haber almak güzel Sadık.
Three down, five up, idare ediyoruz işte. Umarın senin cephede her şey
yolundadır. Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
saygı ve muhabbetle merhaba hocam…
okuyorum yazanları ve yazdıklarınızı,bizler eğitim ve öğretmin ama en çok ta
eğitimin gerekliliğinin farkına vardığımız zaman toplum olarak ancak ve ancak
muassır bir medeiyetin kapısının anahtarı anahtarlığımızda olabilecektir.
şu aralar Forrest Carter’in ‘ KÜÇÜK AĞAÇ’IN EĞİTİMİ’ ADLI kiatbını okuyordum ve
bitirmek üzereyim..gerçek bir hayat hikayesi..o kadar güzel satır araları varki
anlatamam..yada en azından benim çok hoşuma gitti..
hani şu kalıcı izli davranış değişikliği,,kişinin kendi yaşantısı yolu….varya
eğitimin tanımında işte tam tamına onu anlatıyor..aslında farkında olmadığımız
çok şeyi anlatıyor bize..
(öğretmen arkadaşlarıma tavsiye ediyorum..)
yine olaya meslek açısından girecğim sanırım…hayat universitenin dışında gerçek
ve uygulama ortamın da çok değişik..bunu hepimiz biliyoruz..ve başa
çıkılmasında zorlandığım o kadar konu var ki inanın anlatamam…
bazen bi psikolog.bi anne..bi baba..bi kardeş..bi akran olmamız
gerekiyor..öğretim dediğimiz olgu inanın yaşamın yada sınıf ortamının yani
süresinin yarısı kadar…diğer yarısı ise işte ipin koptuğu an,evet diğer yarısı
ise tamamen hayatın kkendisi…
dolu olmayan öğretmen dolduramıyor…örnek olmamız işçin yaşamamız
gerewkiyor..yaşamak için yaşadığımız şeye inanmamız …
ruhumuz bedenimizle iç içe girişik değilse,çelişki içinde hareket ediyoruz..
sözün bittiği anlarda kuru kütük gibi kalamamın tek yolu iyi eğitilmiş olmak ki
iyi eğitebilelim..
ben şahsım adına şunu diyebilirm,bu kutlu yolculukta hep doğru yerde doğru
rehberlerle yani siz ve sizin gibi nadide örneklerle karşılatım ve meyvesini
topluyorum şuanda.. bi ata sözü vardır,teşbih te hata olmaz…” yaprak yiyen
keçinin,dala bakan oğlağı olurmuş..”
ve bu kıymetlere paralel çalımazsak durum vahim olabilir diye düşünüyorum..ben
sizlerle mimoza,ofis,yolculuk sohbetlerimizi düşünüyorum ve diyorum ki,,lezzet
sadece oral yollardan tad alma durumu dedğil,ruhsal açıdanda beslenmedir..doyum
mideyle değil ruhla olur..
çağımızın gereksinimi,özellikle bu çağın gerksinimi kuşak farkını ortan
kaldırıp,öğrenci seviyesine inebilmektir..
her çocuk KÜÇÜK AĞAÇ TIR…OAN DOĞRU REHBER OLURSAK,ÖĞRETMEN OLDUĞUNDA ÖĞRETMEN
GİBİ ÖĞRETMEN,HAKİM,SAVCI,MÜHENDİS VB…HEPSİNİ HAKKIYLA YAPAN KİŞİLİLKLER
YETİŞTİRİRİZ…
BENİ BU DUYGULARLA BU MESLEĞE GÖNDEREN ,SİZE MİİNNETTAR OLDUĞUMU BİLİNİZ..VE
İNANIN Bİ ARA YAZMŞİŞTINIZ EMEKLİ OLCAKMIŞINIZ…ŞUNU DİYEBİLİRİM: ULUDAĞ
UNV.EĞİTİM FAKULTESİ KAYBEDER…VE ÖĞRENCİ ARKADAŞLARIM…
SAYGI VE MUHABBETLE KALINIZ..
KİSSİNG FROM YOUR HANDS…
Sevgili Adnan,
Söylediklerin durumu özetliyor…
İnsan en değerli, en önemli varlığımız…
Bunu, insan için yaptığımızı söylediğimiz her şeyde gündeme getiriyoruz.
Daha güzel, daha konforlu yaşam için model model arabalar, sağlıklı yiyecekler,
mobilyalar, bahçeler, parklar…
Ama nasıl oluyor da, bu insanı yetiştirme sürecini, eğitimi ve bu işin
ırgatları olan öğretmenlerin nitelikli öğretmenler olarak yetiştirmeyi bu denli
göz ardı ediyoruz, bu denli önemsemiyoruz, inan bunu bir türlü aklım almıyor…
Sen ve senin gibiler bizleri için büyük şanssınız… Bu sizlerin doğanızdan
kaynaklanıyor, programdan falan değil…
Farkında mısın, hala toplumumuzda, öğretmenliği, “bildiğini karşısındakine
anlatabilme” şeklinde sığ bir biçimde algılıyor insanımız…
Öğretmen denildiğinde, bir sınıfta, çocuklara otoriter bir edayla, konuları
öğreten, öğrenemeyenlere kızan ve sonuçta bir şekilde öğreten (!) insan tipi
geliyor hala akıllara…
Siyasi iradenin, çeşit çeşit öğretmen yetiştirme modellerini, akademik
yönden tartışmaya açmadan uygulamaya koymasını ve bunun olası sonuçlarını
düşünmeyen, sormayan ve sorgulamayan kayıtsız bir toplumumuz var, bu benim
canımı acıtıyor… Ama biliyorum ki bu da, yine “mevcut eğitim anlayışının” bir
sonucu. İnsanlar, gördüklerini, yani kendilerini yetiştiren öğretmen modellerini
biliyorlar ve öğretmen algısını buna göre oluşturuyorlar…
Sizler benim için, “mesleğin toplumsal statüsünün hakkını veren öğretmenler
de vardır” düşüncemin ve “bu öğretmenler, toplumsal yapının niteliğinin
belirleyicileridir ve bu nedenle seçilmelerinde ve yetiştirilmelerinde çok
özenli davranmak gerekir” tezimin somut örneklerisiniz. Ve dahi umudumsunuz…
Bu nedenle sizleri çok seviyorum.
Sorumluluğunuzun ne denli büyük olduğunu biliyorum.
Çoğalmanızın bir gereklilik değil, artık bir zorunluluk olduğuna inanıyorum.
Bunun için de bir şeyler yapılmalı diye düşünüyorum…
Bunu düşünelim mi? Nasıl çoğalırsınız???
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum.
ÖĞRETMENİM merhaba..ben de bu sene yeni TALEBElerinizdenim..üniversiteden
tek beklentim bana öğretmenliği öğretecek gerçek öğretmenlerle tanışmak..bu
mesleğe tapıyorum ve iyi bir öğretmen olmak için elinden geçmem gereken
öğretmenlerden birininde siz olduğu kanaatindeyim.derste not tutmaktan çok
verdiğiniz öğütleri bi kenara karalayıveriyorum..(bi seyir defterim olsun
istiyorum artık)
yanlız tek sorunum arada sırada söylediğiniz hafif argo sözler..normalde
alışkın olduğum laflar elbetteki ama sınıf ortamında olunca biraz
yadırgıyorum(katıla katıla gülmekle aaa çok ayıp bu söylenirmi arasındaki ince
çizgide gidip gidip geliyorum:)..kız ağırlıklı bi sınıfımız olduğu için bi kaç
kız arkadaşımında biraz bu duruma bozulduğunu gördüm.bu durumun var mıdır bir
hal çaresi??
Canım Kardeşim,
Haklısın, bu konu da benim gündemimden eksik olmadı hiç. İlk tanışmalarda,
dönem sonu değerlendirmelerde hep yer alıyor. Tehlikesini bilerek, bunu biraz
da kasıtlı olarak yapıyorum, ama bu konudaki sıkıntıları dikkate almamın
gerektiğini de biliyorum. Örneğin, artık, bu ne biçim “gübreden” iş demeye
çalışarak, çok laf edilesi durumlarda da “valla şimdi dersin validesini
haremine dahil ettin” gibi laflar sarf ederek, durumu idare etmeye çalışacağım.
Şaka bir yana uyarı için teşekkürler.
Unutmayınız ki, sizin için “hoş olmayan”, bir başkası için “talep” olabiliyor.
Bize düşen de nerede ne şekilde davranılacağını bilmek.
Sevgiyle…
selamlar hocam.bu gün ancak girebildim ve şunu diyorum ki; çoğalmamızın
yegane unsuru uygun gönül bağlarnı oluşturmaktır..sanırım önce gönülleri bir
etmek gerkiyor ki,bu da çok kolay..nedeni ise kendmce söylüyorum:Her öğretmen
bir kalp taşıyor…
not = junıor dümbük kardeşim aramıza hoş geldin…bu leştirilere başladınsa sen
seçilmiş dümbüksün demektir…:):)
hocam şimdi çıkmak zorundayım..
ellerinizden öpüyorummm
Öncelikle saygıyla selam vermek istiyorum sizlere hocam bu yazıyı yazmaya
hiç niyetim yoktu ama okuduklarım karşısında kendime engel olamadım.Biz
öğrenciler bir hoca hakkında eski öğrenciler doğruda söylese yanlışta söylese o
söylenilenlere kapılır gideriz sizin hakkınızda da bir sürü duyum almıştım ve
korkmuştum ama okuduklarım ve ayın 28indeki küçük çaplı sınavdan sonra bu korkumu
yeniyorum sanırım.Bizlere haklarımızı savunabilme ve özgürce düşüncelerimizi
söyleyebilme fırsatı tanıyıp düşüncelerinizi,görüşlerinizi açıkça paylaşmaktan
çekinmediğiniz ve bu öğrencilere nasıl faydalı olabilirim diye düşünerek
çırpındığınız için çok teşekkür ederim hocam.Bu ülkenin sizin gibi değerli
hocalara gerçekten ihtiyacı var inşallah bizlerde sizleri kendimize örnek alır
sizin gibi olamasak bile hiç çabalarız.SAYGILAR.
Sevgili Kardeşim,
Ben bu tür söylemleri, insanın gururunu okşayan güzel sözlerden çok, (bir
öğretmen adayı için bile olsa) işimi (böyle olmasına inandığım için) yapmak
istediğim tarzda yapabiliyor olmanın dönütü olarak değerlendiriyor ve mutlu
oluyorum. BU ANLAMDA, BU DÖNÜT İÇİN ben de sana teşekkür ediyor, sevgiyle
gözlerinden öpüyorum…
Her aklıma geldiğinde “ah, aahh!” çektiğim, şimdi karşılıklı oturuyor olsak
da muhabbet etsek dediğim, saygıdeğer Hocam… İnanır mısınız şuanda bu notu
yazarken ellerim titriyor heyecandan, sanki karşımdaymışsınız gibi. Bir
zamanlar sizin öğrenciniz olmak, sizi tanıyabilmiş olmak harika bir şey. Keşke
Bursa’da yaşıyor olsam da her hafta ziyaretinize gelebilsem ama malum hayat
işte! Umarım sağlığınız, keyfiniz yerindedir. Canınızı sıkan bir şey varsa da
siz onunla başetmenin en iyi yolunu bulursunuz zaten. En kısa zamanda, fırsat
bulduğum ilk anda ziyaretinize geleceğim inşallah! Sizi özleyen binlerce
öğrencinizden sadece biri, menekşe )
)
SAYGILARIMLA…
Canım benim… Ben de sizleri özlüyorum buralarda…
Görüşmek dileğiyle…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
hocam selam öğretmenlik hayallerimi süsleyen bi meslek deil zaten öle bişi
olması zor heralde ama
deste dediğiniz bir kaç cümle bana bazı şeyleri tekrar düşünme gereği doğurdu.
herkesin şu düşüncesi hani herkes öğretmenlik yapabilir olanı… İnsanların bunu
düşünmesinin sebebi galiba biraz da öğretmenlerin gerekli niteliklerden yoksun
olması . Derste anlattığınız şeyler belki öğretmenlik yıllarımızda
kullanmayacağımız şeylerdir belki de sadece diğer meslek grubundakilerden
farklı olmamız ve ya en azından kardeşim ben bu bölümü bitirdim hakkını vererek
diyebilmemiz içindir ; ama ne olursa olsun önemli olduklarını düşünüyorum… eğer
hala geç olmadıysa biraz nasibim varsa futbola devam her zamn
eee
olmazsa zaten öğretmenlik bölümü okuyoruz kasap olacak halimiz yok ya;hem
kasaplık da ustalıktır ya o kesilen hayvanların neresinden ne kadar ne
çıkacağını en ince ayrıntısına kadar biliyolardır…:D neyse ortalık kana
bulanmadan size çok teşekkür etmek istiyorum çünkü ben işinin erbabı insanları
çok severim… öğretmenlik olarak model aldığım kişi sizsiniz idolümsünüz… bu
muhabbeti bi yerden hatırladım sanki neyse
nalan
arkadaşımın yazdığı mesajı okudum mükemmel bi öğretmen olacağından şüphem yok
ve siz bunu anlamışsınız galiba 5 kişilik kontenjanın 1 ini ona vermişssiniz
ben de kıskandım yaa ben de yapabiirim evt başarabilirim evt işte buuu neden
olmasın neyse espri yapma girişimde de bulunduğuma göre herşey tmm demektir
herşey için teşekkürler tekrardan …
Saygılarımla
Sevgili Kardeşim,
Bakıyorum sınırları zorluyorsunuz.
Ben 5 üst sınır demedim ki…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
Ben yine her zamanki gibi sizin bizler için faydalı olan sitenizi
kurcalarken dedim bir de ziyaretçi defterine yazayım , sonra döndüm baktım son
defterde size yazdığım ilk yazıyı okudum öyle duygulandım ki biraz da kendime
şaşırdım nasıl ilk zamanlar görünce avuçlarımın terlediği, konuşurken
kitlendiğim bir hocaya karşı bu kadar girişimci olabilmişim diye…Dersine
girerken böyle kalbimin küt küt attığı, görünce boynuna atlamak istediğim,
fakültede ya da bahçede karşılaşınca çocuklar gibi mutlu olduğum, keşke sürekli
dersini dinlesem dediğim hocamsınız.Hani bana bir kere dönem başında
sormuştunuz ya ” dersine çok istekli girdiğin hocan oldu mu ? ” diye artık onun
cevabını içtenlikle ve tereddüt etmeden verebiliyorum.Zamancıbaşınız bile
olsam, size sürekli derste şu kadar vaktiniz kaldı da desem sadece görevim
olduğu için yapıyorum, dakikalar geçsin istemiyorum ama.Yaş kemale erdi,
gözlerim görmüyor demişsiniz 2 yıl sonra emekli olmanızın gerekçelerinden biri
olarak ama bence sağlığınıza dikkat ederseniz ( sağlıklı beslenmeden
bahsetmiyorum siz biliyorsunuz neyi kastettiğimi ) belki bu sorunları az da
olsa aşabiliriz.İlk zamanlar anlayamasam da bu isteğinizin gerekçelerini sizi
tanıdıkça daha iyi anladım.Beni tanıyamazsın deseniz de siz ben sanırım yavaş
yavaş sizi çözmeye başladım.
Biz dümbükler sizi çok seviyoruz ve devamlı sizi her zaman olduğu gibi yeşil
gözlerinizle ( inşallah gözlerinizi de çay şekerleri gibi potansiyel her şeyi
yeşil görme kabiliyetimle yanlış görmemişimdir ) gülümserken görmek
istiyoruz.Canım hocam benim…
Sevgili Şaziye,
Sizlerle böylesine yoğun iletişim içinde bulunabilmek beni mutlu ediyor.
Bir öğretmen olarak, birlikte olduğunuz kişilerle her neyi paylaşacaksanız,
önce aranızdaki o iletişim kapısını aralayın. Bu kapı aralanmadan, zaten birşey
paylaşamazsınız ki, dersinizin amacını paylaşabilesiniz…
Bu nedenle bana kocaman kapılar açan cümle dümbükleri ben de çok ama çok
seviyorum…
01 Kasım 2009,
15:02 (Düzenle)
RASTGELE GİZLİ HİKAYELERİ BULDUM:d:d:d:d:d::):):)):):):):)
Ne diyeyim, iyi halt ettin… Bari reklamını yapma buralarda…
Bu arada yeni arayışta başarılar diliyorum…
Not: Eskiler ateşe odun atma hikayesi olarak adlandırırlardı
01 Kasım 2009,
20:33 (Düzenle)
Canım Hocam,
Şimdi ben de Ferdi abi gibi, “Ben de özledim, ben de…” diyeceğim. (:D) Sizi,
Bursa’yı o kadar özledim ki… Tabii, bu noktada harcanması gereken biraz ütopik
bir mevzu var amma yüz yüze görüşmeyi beklemek gerek. Bu arada, burada benim
d…lerle bu yıl çok iyi başladık. Umarım, hep böyle gider.
Görüşmek dileğiyle ellerinizden öpüyorum hocam. Kocaman sevgiler…
Sevgili Hatun,
Senden (özellikle yeni mekana ve yeni düzene ilişkin) iyi haberler almak ne
güzel…
Şimdi harcanacak mevzuuyu merak ettim valla.
Utanma be, senin dümbüklerle iyi bir başlangıç yapmana da çok sevindim.
Sayenizde gözüm arkamda kalmayacak.
Sevgiyle..
01 Kasım 2009,
21:30 (Düzenle)
Merhaba Hocam;
Yazılanları okuyunca bende birşeyler yazmak istedim. Ben de küçük
dümbüklerinizden biriyim.Öncellikle çok iyi bir öğretmensiniz hocam. Bu mesleği
bırakmayın.Çünkü biz Üniversiteye binbir umutla girmiş olan öğrenciler bizi
küçümseyen, alay eden, buraya geldiğimize pişman eden meslekdaşlarımızla
senelerimizi geçirmek istemiyoruz. Bölümümüz güzel yapan etmenlerden biri de
sizsiniz , bilmiyorum ben kendime ve arkadaşlarımıa bakdığımda bile içim
kararıyor bazen . Sadece fakülte bitirmekle olmuyor her şey bunu anlatmak ne
kadar zor olsada…
Sevgili Kardeşim,
Farkında olmak çok önemli. Sende de bu var. İyi bir öğretmen olma yolundasın.
Çevrendeki olumsuzlukları, (bana çok dokunan alay etme konusu da dahil) asla
yapılmaması gereken kötü davranışlar olarak görüp, insan yetiştirme önündeki
önemli engeller olarak tanımlayarak, kendin için bir kazanıma çevir bence.
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
01 Kasım 2009,
23:28 (Düzenle)
Bu dönemin başında yine yolundan gidebileceğim bir öğretmen arayışına
başladım,3 senedir bu arayış içindeyim.Tam buldum derken hep vazgeçtim,hayır bu
da olmaz dedim.Benimkisi samanlıkta iğne aramaya benziyor biraz.Her gördüğüm
parıldayan şeyi iğne sanıyorum,biraz daha dikkatli bakınca olmadığını
anlıyorum.Bir kaç hafta önce yine parıldayan bir şey görmeye başladım
samanların arasında,her geçen hafta daha da fazla parıldıyordu.Bu sefer
yanılmamak için defalarca,dikkatli dikkatli baktım.Gözlerinin içine,göstermeden
çekinmediği içine hiç çekinmeden baktım.Bu defa göz yanılması değil,iğnenin ta
kendisi.
Daha yeni yeni onu bulmuş olmanın mutluluyla havalara uçarken,kaybedicek olma
düşüncesiyle gözlerim doluyor.Hiç bulamamış olabilirdim düşüncesi sevincimi
geri getiriyor ve daha da çoğaltıyor.
Nasıl yapsam da paylaştıklarınızın hepsini alsam diye düşünüyorum.Anladım
ki iyi bir öğretmen olmanın yolu sizden geçiyor.Sağa,sola sapmadan doğrudan
sizden geçiyor.Abdullah CAN’ın rahle-i tedrisinden geçmiş bir denizyıldızı
olarak ben de bir sürü denizyıldızı kurtarmak istiyorum.
Ve siz her ne kadar yerinizde gözüm olduğunu düşünsenizde,aslında benim
gözüm yerinizde olmakta değil her zaman yanınızda olmakta…
Sevgiyle ellerinizden öpüyorum…
Sevgili Fatma,
Duygu yüklü mesajını okurken (o dikkatle baktığın) içimden geçenleri burada
paylaşmaktan çekinmeden yazayım ben de. Şimdi emekli oldu, sevdiğim bir Hocam,
herkesin etrafından dolaştığı Syntax konusuna beni bulaştırmış, kendi
ifadesiyle bana EL VERMİŞTİ. Sonra ben Yüksek Lisans Tezime “ergative verbs”
konusunu seçecek kadar işi büyütmüş, Virginia Yip, Silvina Montrul, Hiroyoki
Oshita gibi kişilerle yazışmış, onlardan da birşeyler öğrenmiş, Hocamdan BOYNUZ
KULAĞI GEÇTİ sözünü işitmiştim. Sen, ilk sorduğum sorunun yanıtını ummadığım
kadar kısa bir sürede getirince, bu olay gelmişti aklıma. Sen her ne kadar
mütevazılık yaparak, yanında falan desen de, gönlümden geçen ilk söylediğim.
Bir yaz tatilinde sana (ve dahi talep eden diğer talebelere) EL VERMEYİ ÇOK
İSTERİM. Seçimlik ders açtırmayanlara inat… (Bu arada küllenen ateşi
üflediğinin farkına varan Sümeyye, benim yürek sızılarımın depreştiğinin
farkına varıp sana kızıyor olabilir, uyarmadı deme )
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
02 Kasım 2009,
23:17 (Düzenle)
Hocam,
Şu son mesajınızı okuduğum an inanın ne diyeceğimi, ne hissedeceğimi
bilemedim. Küçük bir çocuk gibi sevinsem mi, yoksa kanayan yaraya basılan tuza
kızsam mı, kapanan defteri artık rafa kaldırmak yerine sayfalarına yeni şeyler
karalayacağımız için umutlu olsam mı! Aslında hepsi
Ama eğer bu kadar müşteri varsa sanırım yeni şeyler düşünebilirim! Son bir
defa şansımızı deneyebilirz kanımca. ( Zaten dekanlığa dilekçe yazmaya alıştım,
bu hızla devam edebiliriz).
Bu son 2 sene sanırım gerçekten çok güzel şeylere gebe.
Saygılarımla…
Bazen, eşşek kadar adamların da çocuksu düşleri olabiliyor…
Bir kerecik, İngilizce öğretmenliğinde daha fazla katkı getirebilirim diye
Teknoloji dersini bizim programdan verirseniz iyi olur diye bir talebim olmuştu,
onun dışında ne ders türü, ne ders saati sayısı ne de gece dersi hesabı yaptım.
(Şimdi bu satırları okuyan, Teknoloji dersini benden aldığı için, kızıp
beğenmeyip yaz okulunda tekrar alan İngilizce öğretmen adaylarıyla, genç
araştırma görevlerinin gözleri önünde gece dersi tartışması yapan öğretim
elemanları alınacaklar, ama maalesef göstermekten çekinmediğim içimden geçenler
aynen böyle)
Yani diyorum ki, tek bir saat ek ders ücreti almasam, tek bir dersim olsa,
hatta bir sınıf bile değil, üç beş öğrencim olsa da ben kendimi iyi hissettiğim
bir konuda süreç sonunda gerçekten “ayrıcalıklı” denizyıldızları
yetiştirebilsem…
Bu da benim düşüm…
Ama biliyorum ki, ne buna olanak var ne de artık benim zamanım…
İşte böyle Sümeyye…
Her bir mesajı okuduğumda, içimden geçenleri aynen gösteriyorum hep dediğim
gibi.
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
04 Kasım 2009,
18:07 (Düzenle)
” Öğrencilerimden Özür diliyorum ” başlıklı yazınızı ilk okuduğumda siz
üzülmeseniz de sorun da etmeseniz de ben üzüldüm ama üzüldüğüm haksızlıklarla
olan mücadelenizde sizi yıldırmaya çalışanların durumu.Bir öğretmen sadece
dersleriyle uğraşmaz, eğer bir yerde bir haksızlık , bir hata görüyorsa da
müdahale etmelidir ki bize örnek olsun daha önce de bana söylediğiniz gibi
öğrencilerini güçlü kılsın , onlara umut aşılasın.Sizin üzülüp üzülmediğinizi
sorarken ve hatta şakayla karışık bugün çok kullandığımız ” Kendinize iş
çıkarmayın ” derken kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi ” artık derslerinden
başka bir şeyle uğraşmayın ” demek istemedim aksine sizin bu mücadeleniz benim
hoşuma bile gitti. Ama üzülmenizi istemiyorum çünkü üzülmedim deseniz de
mutlaka kırıldığınız bir yerler olmuştur.Siz bizlere zaten yeterince zaman
ayırıyorsunuz.Eğer öyle olmasaydı bugün çok mutsuz bir anımda yanınıza
gelmezdim gelince sıkıntılarımın azalıyor kendimi daha iyi hissediyorum çünkü
ben ne kadar üzsem de sizi siz gene de beni önemsiyorsunuz ; diğer
öğrencilerizi de aynı şekilde.Ben yemekten önce gelen sonuncu kişi olarak böyle
düşünüyorum.Ve içimdeki çocuğun sizi üzmesini istemiyorum fakat bazen ben de
ona sözümü geçiremiyorum bugün olduğu gibi.Çok seviyorum sizi hem de çok.
Sevgili Şaziye,
Birinci konu kapandı gitti. Artık konuşmanın bir anlamı ve gereği yok…
Ama yazdıklarının sonuna doğru gelindiğinde seni uyarmam gereken önemli bir
noktayı görüyorum.
Evet ben öğrencilerimi seviyorum.
Sizlerden de beni sevenler var.
Sen de kişisel olarak beni sevdiğini söylüyorsun.
Ama, gerçek sevgi “demekle” olmaz. Gerçek sevgi, özveridir, katlanmaktır…
Sen söz dinlemiyorsun…
Unutma ki büyükler, küçüklerini seven büyükler, küçüklerin işine gelmeyen
isteklerde bulunsalar bile, bil ki o istekleri küçüklerinin iyilikleri içindir.
Hele o büyük bir de babaysa, öğrencilerini evladı gibi görüyorsa, bu kesinlikle
böyledir.
Lütfen söz dinle…
Bu yaklaşımın sonu Ziya Paşa’nın o güzel söylemine doğru gidecek, uyarmadı
deme…
Nus ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir….
04 Kasım 2009, 18:38 (Düzenle)
Hocam, selamlar saygılar…
Yeni sitenizle yeni tanıştım çok
memnun oldum, sohbet etmiş gibi hissettim kendimi sizinle. Bir de selam vereyim
istedim…
Muhabbetle…
Işıl Merhaba,
Demek ki Japonya’dan salimen döndün. (Şimdi bana çekik gözlü güzel bir Geyşa
getirmemişsindir de
Evet site yenilendi.
Görüldüğü üzere ben de diş geçiremediğim için sağa sola hırlayıp duruyorum
buradan.
Başka da bir halta yaradığı yok.
Sevgi bizden…
06 Kasım 2009,
00:25 (Düzenle)
selamlar başımın üstündeki yerinden dolayı saçımı kestirirken hicab ettiğim
ve ellrinden öptüm anları kendime fırsat ve nimet bildiğim hocam SAYIN ABDULLAH
CAN…
BEN BURADAN YAZIYORUM FIRSATIM OLDUĞUNCA…İNAN HOCAM AYNI OLMASA DA,Bİ NEBZE
DERTLEŞTİĞİMİZ GÜNLERDEKİ GİBİ OLUYOR…
Bu platformda( ben böyle diyorum),yeni arkadaşlarımda var..
bi anımı paylaşayım sizle alakalı…
malum 2001 yılında sizorada,pembe binada derse giriyodunuz..
ööyle kolay bi dese diil ha,,sentax,semantik,tree diagramllı,,( bu ne ya
dediğimiz…morpheme deyince MORFİN GİBİ ZİHNİMİZİ İLK BAŞTA DONDURAN BİR DERS…
İLK DERSTE DEDİM YANDIK BİZ..BU NE DERSİ
BEN BÖYLE İNGİLİZZCE DLBİLGİSİ FALAN GÖRMEDİM…
NEYSE Bİ GÜN KAFEDE OTURUYOZ,SİZİ ONCEDEN TANIYAN Bİ KAÇ AGA İLE TANIŞIYOZ
ARADA DEDİLER Kİ MATKAP LA( SİZ OLUYOSUNUZ…)TANIŞTINZ MI?
DEDİK YOK SOYADI MATKAP OLAN HOCA YOKKİ…
ÇÖMEZİZ YA ,,YAV
YOK DEDİLER DERSİNDEN GEÇEN AVRASYA MARATONUNU HERSENE BİRİNCİLİKLE KAZANMIŞ
KADAR MUTLU OLAN BİR HOCA VAR ADI ABDULLH CAN..NAMI DİĞER MATKAP APO…
NAMINIZ DA SINAVLARINIZ ZORMUŞ..DELERDE GEÇERMİŞ…
ZATEN KORKMUŞUM..Bİ DE BU ÇIKINCA AYAKLARIMIN BAĞI ÇÖZÜLDÜ…
İNANIN MİSAFİRLİĞE GİTTİĞİM ZAMANLRDA(YATIYA) KİTABI DA GÖTÜRÜYODUM…MİLLET
SİZİN DERS KİTABINI DERİ KAPLAMA YAPTIRMIŞ,,BİRBİRİNE GÖSTERİYODU..
ARADAN ZANA GEÇTİ Bİ GÜN SİZE TREE DİAGRAMINI ÇIKARDIĞIM BİR UZUN SENTENCE
GETİRDİM..DOĞRU YAPILMIŞTI..AYNEN ŞUNU DEDİNİZ..YAV GÖZLERİM YAŞARDI……BEN O AN
KAPTIM DİAGRAMI … BİDE BAKTIM Kİ,ASLINDA ZOR Bİ DERS DİİLMİŞ..OKUL( UNİ)
HAYATIM BOYUNCA( YAPAMASAMDA) ZOR OLASINA RAĞMEN ELİMİ KALDIRMAKTAN
KORKMADIĞIM..KALIRSAMDA BU HOCAM BURADA NEDE OLSA DERSİ GENE VERECEK ZEVKLE
ALTTAN ALIRIM DEYİP KORKMADIĞIM..SENTAKS VE SEMANTİK TEN ÖTEYE GEÇİP BU KUTLU
YOLDA REHBER EDİNDİĞİM Bİ HOCAM OLDUNUZ..
BURADAN ŞUNU MERAK ETTİĞİMİDE BİLDİRMEK İSTİYORUM..
YENİ dersleriniz nasıl geçiyor acaba ?
bir eğitim bilimci olarak, tanıdğınız kadarıyla size umut verebiliyormuyuz…
yeni öğretmen adayı arkadaşlarım işin sadece sizin o meşur poşetli
muhabetlerinize mi takılıyor..o lezzetlerin yanında gerçek lezzete
ulaşabiliyorlar mı acaba..
o kadar çok soru var ki kafamda..inşallh anadolu lisesine geçiş yaptığımda sizi
eğer müsait olursanız bir gün (dilerseniz)
öğrencilerimle sohbet etmeye bekliyorum hocam,,,hanemizi
şereflendirip,,öğrencilerime unutulmaz bir tad bırakmanız , ne ne için olunur
göstermeniz ve anlatmanız,bir günlüğüne de olsa onlara aakademik lezzeti
sunmanız içiin..
her nekadar sürçü lisan ettimse affola..
ellerinizden kissing…
Sevgili Adnan,
Güzel mesajın beni geçmişe götürdü.
Bu arada şimdiki dümbükler de MATKAP APO’yu öğrenmiş oldu.
Yazdıklarınla unutulmuş söylemler canlansa da ben o güzel günleri özlemle
andığım için gülümseyerek geçiriyorum aklımdan.
Valla şimdiki gençlerin ne düşündüklerini ne algıladıklarını onların adına ifade
edebilmem mümkün değil.
Bu sene güzel gelişmeler oluyor. Denizyıldızları ciddi umut veriyor. Umduğumun
ötesinde hem de…
Sizlerle görüşmeyi, öğrencilerinize sizlerin nasıl bir öğretmen olduğunuzu
anlatmayı istemez miyim hiç…
Poşetli muhabbetler konusunda orta yolu hala denkgetiremedik.
Buraya yazılan mesajlar arasında konuyla ilgili bir adet mesaj var.
(Kendilerince haklı olarak) yadırgayanlar, bir yandan da talep edenler, insanı
iki arada bir derede bırakıyor.
(Kaldırdığım paragrafı okumuş olduğunu varsayıyorum)
Sevgiyle gözlerinden öptüm…
07 Kasım 2009,
23:33 (Düzenle)
Hocam,
If there were a cure for healing that heartache, it would certainly be
“education is a must”. But now?
Bari işlerini doğru yapabilselerdi de “yapılıcak” değil “yapılacak”
yazabilselerdi .
Saygılarımla…
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil
Çektiğim alâmı bir ben, bir de Allah’ım bilir
Fuzuli
09 Kasım 2009,
23:41 (Düzenle)
Hocam merhaba ben evli ve iki çocuklu çiçeği burnunda öğrenciniz ipek
eşimle birlikte sitenizi çok ilginç ve farklı bulduk .Eğitim farklılık ve
kalitenizin devamlılığı dileğiyle
Teşekürler İpek Hanım…
Tarif ettiğiniz öğrenci tipi bana hiç de yabancı değil. Bu nedenle sizi çok iyi
anlıyor ve yaptığınız işe saygı duyuyorum.
Eşinize ve size selam (bizim yüzümüzden annelerinden ayrı kalan) ufaklıklara da
kucak dolusu sevgi…
13 Kasım 2009,
00:26 (Düzenle)
Hocam nasılsınız? En son geçen sene sizi okutmanlık alımıyla ilgili
kafamdan geçenleri sormak için aramıştım. ALES çıkarmışlar bir de şart olarak,
ne alakası var anlamadım. İngilizce okutmanı olmak için Türkçe-Mat.in ölçüldüğü
bir belge elimde olmadığından hiçbir halt yiyemedim takdir edersiniz ki..
Görüşmeyeli nasılsınız? Herşey yolunda mı?
Ben ilköğretimde yapamayacağımı anlayıp anadolu lisesi sınavlarına girdim ve
ismi lazım değil bir anadolu lisesine atandım. yapabilirsem idarecilik
istiyorum aslında. bu işin içine girdikten sonra bu yobazlardan çok bizim o
odalarda oturmamız gerektiğini düşünüyorum. Nasıl bir okula düştüm, ne siz
soruuun, ne ben anlatayım hocam… Görüşmek üzere..
Merhaba Sevgili Oylum,
Ne zaman senden haber alsam, aklıma gecenin geç ve yıldızsız bir saatinde
Kafkas’ın önünden dolmuş duraklarına doğru yürüyüşlerimiz geliyor. Sanki
sorumlusu benmişim gibi, küçücük bir kız çocuğunun gecenin bir vakti sokaklarda
yalnız başına dolaşmasına neden olan o programa kızar, onu durağa (sonradan ek:
evine) kadar götürmek gerek diye düşünürdüm…
Ne alakasının olduğunu ben de anlamış değilim. Hatta, dört yıl dil eğitimi
dersleri almış, İngilizcesi çok iyi çocukların, KPSS gibi genel bir sınavla,
sertifikasyonla öğretmen yapılmaya çalışılan kişilerin arkasına atılmasını da
anlamış değilim. Zaten o nedenle, diğer sorunun yanıtını da “kendimce işler
yolunda değil” şeklinde verebilirim.
Yöneticilik idealini gerçekleştirirsin umarım. (Eğer bu işi liyakata ve
nesnel ölçütlere göre yaparlarsa) Anladığım kadarıyla bu konularda da
sıkıntılar var…
Atandığın okul konusunu yüz yüze bir muhabette harcayalım mı?
Senden haber almak güzeldi. Sadece (beklediğim) mutsuzluğuna üzüldüm. Ama
ben seni biliyorum. Üstesinden gelirsin.
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
13 Kasım 2009,
10:44 (Düzenle)
Hocam siz bana fakültedeki boş zamanınızı söyleyin, ben birgün sizi
rahatsız edeyim. Gerçi dışarda da görüşebiliriz. Neyse siz birşeyler söyleyin
işte, ben uyarım..
Bir konuda da yanılıyorsunuz, gece heykeldeki duraklara kadar ve dolmuşa binen
sizdiniz, benim ondan sonra daha yolum vardı. Yani aslında ben sizi durağa
bırakıyordum ))
Olsun, ben olayları değil duygularımı daha iyi hatırlıyorum demek ki. Yine
de yolun bir kısmını yalnız gitmemiş oluyorduk.
Önümüzdeki hafta sınav haftası.
Sonrası için Pazartesi sadece öğle arası 2 saat dersim var. Bir de Çarşamba
günleri öğleden sonram uygun. Bunun dışında Cumartesi günleri Koza Han’da ya da
Mahvel’de çay ısmarlayabilirsin. (Abi olsaydın Köşküm’e de götürebilirsin
diyecektim
13 Kasım 2009,
15:22 (Düzenle)
Canım hocam,
nefis bir sayfa olmuş, çok beğendim ben, biraz geç keşfettim sanırım
size selamlar gönderiyorum rahle-i tedristen geçmekte olan yeni ablalarla
ellerinizden öpüyorum kocaman..
Hürmetler..
Özgeee,
Nerelerdesin, uzun süredir sesin soluğun çıkmadı. Merak ettik seni. Boş bir
vaktinde uzun bir e-postayla anlat bakalım neler yapıyorsun…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
13 Kasım 2009,
17:52 (Düzenle)
Canım Hocam,
Yazmaya karar vermeden önce biraz düşündüm dedim yeter artık bu kadar yazdığın
daha fazla rahatsız etme Abdullah Hoca’yı yazdıklarınla ya da ara sıra üzerinde
çok fazla düşünmeden söylediğim sözlerle…Ama sonra bazen yaptığım gibi ” Anılar
” kısmına baktım.Bazı isimler ( Bünyamin, Adnan, Oylum, Yavlum vs. )
sürekli dile getirmişler size karşı duygularını, düşüncelerini.
Perşembe günü İbrahim’i kıskandığım gibi onları da kıskandım çünkü sizi çok
seviyorum.Biz sizin değerinizi eski öğrencileriniz kadar anlayamamışız bunu
fark ettim.Bizler hala sınavların zorluğunda ya da derslerde ara sıra bahsi
geçen Adnan’ın da dediği gibi poşetli muhabbetlerdeyiz, sizin bizden biri olma
çabanızı maalesef kabul etmiş değiliz.Sevgiyi sonuna kadar hak eden bir hocaya
karşı hala fikirlerini sorduğumda ” diğer hocalar gibi ”, ” ondan ders
seçtiğime pişmanım ” , ” bizi kpss ‘ ye hazırlamıyor ” , ” bir hoca hiç öyle
konuşur mu? ” diyenleri anlamıyorum.Biz yeni nesil sınav başarımıza göre
hocaları kategorize ediyoruz ve ben de bu öğrenci profilinden nefret eder hale
geldim üniversiteye başladığımdan beri.Eski öğrencilerinizi özlüyorsunuz
biliyorum, biz onlar gibi olamıyoruz maalesef.Hani şu soda-profiterol iddiası
vardı ya( unutmadım bu arada sınavlardan sonraki hafta )
, ” Bünyamin gibi olacak ” demiştim size, eski bir öğrencinizi size
hatırlatacak biliyordum.
Onlar gibi olmayı çok isterim hocam ( çünkü kıskanıyorum onları ) , onlar kadar
sizi sevebilmeyi,sizi eleştirdiğim zaman dilimi ısırmayı, sizi kıracak bir şey
söylemeden önce en az iki defa düşünmeyi, bazı arkadaşlarımızın taktığı gibi
ara sıra da yapsam şu poşetli muhabbetlerinize takmamayı, sözümü söyledikten
sonra pişman olmamayı ( özellikle dün derste dediklerim için )…
Sevenleri kıskanıyorum, sevmeyenlere kızıyorum, sizi sevdiğim halde hak ettiğiniz
değeri göstermiyorum; nasıl bir çelişki ben de anlamadım.Bazı öğrencileriniz
gibi duygusal mesajlar yazamıyorum ama inşallah içimden geçenleri ifade
edebilmişimdir.
Abdullah Can(ım) Hocam benim….
Şaziye,
Yine söz dinlemiyorsun…
Ve beni üzüyorsun.
Benden ders seçtiğine pişman olanlara, KPSS’ye hazırlamadığım için rahatsızlık
duyanlara, dersteki üslubumu eleştirenlere kızmaya ve en tehlikelisi onlardan
nefret etmeye hakkımız yok…
İşte insanlar okuyorlar, görüyorlar, biliyorlar…
Ben buyum işte…
Seçmeselerdi, gelmeselerdi, ben mi zorladım onları benden ders alın diye…
Bir daha seçmezler olur biter…
Çünkü, ben bu filmi çok gördüm…
Geçen yıl teknoloji dersinde, yaklaşım dersi yaptı diye arkamdan konuşan
onlarca öğrenci oldu. Muhtemelen tepegözün faydalarını öğrenemediler diye
eksiklik hissettiler (ve belki de bana kızdıkları için) yaz okulundan dersi
yeniden alanlar bile oldu.
Ama ben, bir gün derste bir teksir kâğıdından yaptıkları şirin bir katlamanın
(ki odamın duvarında asılıdır) üzerinde adları yazılı bir elin parmakları kadar
“talebem” için hala iyi ki yaptım diyorum… Bugün aynı durum olsa gene yaparım
onlar için…
Çünkü onlar çıkıp yaptığımın neden iyi olduğunu söyleyebilirler. Bunun benim ve
onlar için bir anlamı var…
Ama diğerleri neyi, neden eleştirdiklerini söyleyemezler… Çünkü gerçek anlamda
bir eleştiri için, neyin neden yapıldığını bilmek lazım.
Şaziye, ben sizi gerçekten çok seviyorum. Hem de koşulsuz…
Tek isteğim, şu kalan zamanımda, benimle birlikte olan gençlerin, işini bilen,
saygın, profesyonel öğretmenler olmalarına katkı getirebilmek. Attığım her
adımın, ağzımdan çıkan her sözün bir hesabı var… Gençler beni eskisi kadar
anlamasalar da….
Son söz:
Ben sizleri olduğunuz gibi seviyorum.
Bugün, seni tanıyan birisine, derste bana, “dersin yarısı oldu, hala konuya
giremedin” dediğini söyledim, hem de gülerek. Belki ne konuştuğumu,
konuştuğumun Bloom’un Tam Öğrenmesinden daha önemli olduğunu anlatamamış
olabilirim, ama, sorarım sana, kaç öğretmenine korkmadan söyleyebilirsin bunu,
hesap sorar bir tonda? Ama, benim görebildiğim ve beni mutlu eden ne biliyor
musun, sizinle paylaştığım o sınıfta, içinden geçeni söyleyebilecek kadar ÖZGÜR
bir ortam sunabilmişim ya, işte bu özgür ortamda, yaptıklarımızı tartışır, adam
gibi öğretmen yetiştirilebilirim.
Merak etmeyin, o poşet konusu da kontrol altında.
Bir gün Barış, tahtaya analiz etmem için (hinliğine) “My horses to you”.
yazmıştı. Gerekli yanıtını aldıktan sonra, hep beraber, bir prepositional
phrase’in Noun Phrase’in postmodifier fonksiyonu olabileceğini öğrenmişlerdi…
Başkaları için üzülmeyi bırak. İddiayı kaybettiğine üzül
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
17 Kasım 2009,
01:15 (Düzenle)
hocam 2.sınıftan öykü ben su yaklasımlar anlatmanız için sizi bir türlü
rahat bırakmayan:) size yönelik eleştirilere gelince begenmedimiz her fırsatta
yerden yere vurdugumuz egitim sistemimize her yeni seyde oldugu gibi sizin
tarzınız da kolay kolay sindirilemeyecek gibi gözüküyor..çünkü sadece önünü
görmek isteyen bir toplumuz(trafik kazalarının bu kadar cok olmasını da buna
baglıyorum)bu konudaki sogukkanlılıgınızı hayranlıkla izliyorum bence bu da
onlara verebileceginiz en sık ve size en cok yakısacak davranıs
inanmayacaksınız ama beni okula motive ediyorsunuz bu da basarının sartlarından
biri:D daha 2 ay olmasına ragmen yaptıgınız her sey için teşekkürler inşallah
ömrüm boyunca bir sekilde hayatımda olursunuz=)
galiba dersinizi iple cekiyorum
Teşekkürler sevgili Öykü,
Sizler yaptığım işi benim için anlamlı kılıyorsunuz.
Sevgili Şaziye’nin bir önceki mesajına da gönderme yaparak şunu söyleyebilirim.
Hakkımdaki eleştirileri dikkatle okuyor ve bundan kendime pay çıkarmaya, daha
açıkçası dersler almaya gayret ediyorum.
Ancak, sizlerin de tepki göstermesine neden olan öyle noktalar var ki, işte o
noktalarda eleştiride bulunan insanlar aslında “kendileriyle” hesaplaşıyorlar
ve bu hesaplaşma sonucu, kendilerine kesemedikleri ya da kesmedikleri
faturaları kesecek birilerini arıyorlar ve en ortadaki kişiye de faturayı
kesiyorlar. Bu nedenle bu tür olayları doğru değerlendirmek ve (dediğin gibi)
soğukkanlı olmak gerek…
Hep söylüyorum, hayat bir seçenekler manzumesi ve yaşantılarımızın çoğu da
seçimlerimizin birer sonucu. Çok daha açık ifade etmem gerekirse, bu rahle-i
tedrise gelenler, biraz daha emek sarf edip, biraz daha bedel ödeyip, sonuçta
daha fazla şeyler öğrenme seçeneğini işaretlemiş olanlar. Hem de daha kestirme
daha kolay seçenekler varken. Onların bu tercihlerinin sonucunu ben
değiştiremem ki…
Bu durumlar bana, bir belediye seçimi öncesi (imarsız ruhsatsız ve güvensiz)
gecekonduları görmezden gelen bir reisin, seçildikten sonra yıkıma girişmesinin
ardından, bazı vatandaşların “ellerim kırılsaydı da oy vermeseydim” tarzı
feryatlarını hatırlatıyor. İşin tek üzücü yanı, bu olayların geçtiği piramitte
(bu Maslow Amca’nın piramidi oluyor) adresin tabana yakın bir bölgeye ait
olması…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
17 Kasım 2009,
20:15 (Düzenle)
Ellerinden hasretle öptüğüm hocam…
iyi akşamlar dileyerek başlamalıyım sanırım…demin SÜMBÜLÜZADE yi okudum ve taaa
o günlere gittim…yalnız şu yanlış anlaşılmasın(bunu interm arkadaşlarıma
diyorum) bizim derslerde tenefüssüz rahatladığımız anların Mehmet efendi
kahvesi tadındaki muhabbetleriinden ve bayram kolonyası gibi bir zaman bizi
ferahlatan muhabbetlerdendi sadece bu muhabbetler..inan hocam şimdi bile bu
gerginliği attım üzerimden sayenizde..bir an için sanki fakülteye geldim…
biz öğretmen olarak göreve başladık başlayalı bu sürecin içerisinde gerçekten
bizi yoracak ve kafamızı bozacak olaylarla karşılaşablyoruz…Bu günde böyl ebi
durum oldu..Şöyle ki; Anadolu Lİselerine geçiş sınawı için beklediğim bir
anda,bir arkadaşım beni aradı ve dedi ki klavuz yayınlanmış ve öğretmen lımı
yapılacakmış..hemen girdim meb’e ,doğru klavuzu yayınlamışlar ve sınaw da 27
Aralıkta….40 gün gibi bir süre kalmış…inanın çok moralim bozuldu..bir eğitim
kurumundan başka bir eğitim kurumuna merkezi sistemle sınaw alınacak ve 40 gün
içinde başvuru,sınaw,yapılacak..ALES,KPDS,UDS,VB SINAWLAR ARASINDA AYLAR VARKEN
BU SINAW NİYE OLDU BİTTİYE GETİRİLİYOR Bİ TÜRLÜ ANLAYAMADIM…
ve sizin paylaştığınız olayı okuyunca biraz rahatladım doğrusu…
şunu demeliyim ki öğretmenlik için okuyan arkadaşlarıma: uni yıllarında ne
kadar güzel temel atılıyorsa her konuda,inanın o kadar güzel meslek icra
ediliyor..Abdullah Hocam bizlere gerçekten senfoni şefi olma yolunda temeller atığın
için sana sonsuz teşekürlerimi sunuyorum..
şu anda sizi ders ortamında yapılan esprilerle,derse olan didik dididk öğretme
ve kalıcı izli,silinmez,kemiğe işlemiş eğitim anlayışınızdan,hayatı öğretmen
gibi değilde orada ,ailelerine uzak olan meslektaşlarıma baba,dost abi ve adını
ne koyarsanız öyle davranmanızdan şikayetçi olan kardeşlerim illaki
vardır…yalnız unutmasınlar mezun olunca ve işe başlayınca (özllikle bizim
meslekte) hemen yanınıza bir rehber virirler,,,yolyordam öğretsin dye..işte o
anda anacaklarını ,bize verilen rehberlerden daha ii yolyordam öğretildiği
hatta yaşam tarzı ahaline getirildiğini görünce sizi sevgi ve muhabbetle
yadedeceklerdir..
Mesleğimin ilk yılı ilk döneminde bir kolejde çalıştım,oradan mezun
öğrencilerimden bir kaç tanesi ankara fen de,bir kısmı başka illerde fen
liselerinde ve bir kısmıda yine özelde devam ediyorlar..bir kaç tanesi var ki
türkiye derecesine hazırlanıyorlar..ve hala iletiişim içindeyim hatta okuttuğum
her öğrencimle iltşşim içindeyim..onların başarısını kendi başarım gibi
görmeyi,öğrenciyi her nasıl olursa olsun elde, insan evladı olduğu için elde
tutmayı,sevmeyi ve sevilmeyi,bildiğimin ötesini araştırıp daha ii bilerek
öğretmen ve model olmayı,….bana aşılayan siz değerli öğretmenime çok teşekür
ediyorum..
ve sizinle şu anda ders işleyen arkadaşlarımıda kıskanıyorum..
intended meaning leri anlamaktan geçiyor öğretmenlik bence,,, olay ”What I want
to hear” değilde ”What do you mean” olmalı diyorum..ön yargısız,bilinçli,uygar
birey olma yolundaki gençlerimize uygar ve donanımlı bireyler olarak model
olmamıza katkıda bulunduğunuz için teşekür ediyorum..
bir şiirde ben yazayım madem:
uçun kuşlar ,mevsim gösterdi yine
uzak diyerlerın rotasını.
verdi ellerinize,üşümesin diye.
yünden örülmüş eldivenlerinizi
hava soğuk ,heryerinizden giriyor.
buz gibi soğuk hava üşütüyor sizi.
….
sıcak sımsıcak bir yuva burası,
Tutunun ki ,en güzel yer orası.
vsselam…
saygılarımla…
sürçülisan ettimse affola..
Yazdıklarını özellikle de şiiri gülümseyerek okudum Adnan. Senin içinde açığa
çıkarılmayı bekleyen birşeyler var gibi geliyor bana…
Umarım beklentilerin en kısa sürede gerçekleşir…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
19 Kasım 2009,
12:50 (Düzenle)
Selam,
Ben sizi tanımıyorum, bu sayfayı da rastgele buldum; Fen Edebiyat mezunlarının
da formasyon almaları ile ilgili nette araştırma yaparken bir de baktım ki ana
sayfayı okumuşum, ziyaretçi defterini tek tek bitirmişim… Haydaaa… Yapacak o
kadar işim var, çalışcak o kadar dersim, çözecek o kadar sorum var… Kopamadım
bir türlü siteden ve sık kullanılanlara ekledim.
Ne güzel yaaw.. Ademin biri öğretmen olmuş, bir sevgi çemberi içinde,
çevresinde kelebekler uçuşup duruyor: sevgi pıtırcığı çiçekler, arılar da var;
olsun hepsi lazım.
Umarım ben de bir gün formasyon alabilirim de KPSS engelini de aşıp sizin gibi
takdir edilen, sevilen, ne yaptığını bilen ve bu ülke için iyi şeyler yapan ve
yetiştiren kişilerden olurum.
Ahh ulan formasyon, anamızı ağlattın bee!
Yaş otuza geldi, okumanın, öğrenmenin, bilginin sonu yok ama bir meslek sahibi
de olamadık. “Bir baltaya sap olamadın” diyenler haklı da e biz de haklıyız be
kardeşim… Sistem çarklarında bizi öğütüyorsa ve hâlâ direniyorsak öğütülmemek
için bizim de elimizden bir tutan bulunmaz mı?
Daha çok öğrenmek, daha çok paylaşmak, daha iyi yaşamak…
….
İmrendim ve paylaşmak istedim sadece…
Merhaba, İzmir taraflarından yabancı ağlara takılan güzel dost…
Demek sanal âlemde karşılaşmak da varmış…
O senin canını sıkan KPSS’leri, ne olacağını bilemeden üniversite okumaya
çalışan milyonlarca gencin yüreğindeki endişeyi, atanma önündeki engelleri ve
benzeri yüzlerce sorunu ve daha da önemlisi bu sorunların nedenini biliyoruz
biz. Ve bunun kavgasını veriyoruz.
Sorun insan olabilmekte…
Fare gördüğünde tepsiyi fırlatıp fare peşinden koşma ile önündeki işi yapma
arasında doğru tercihi yapabilmekte…
Düşünsene,
Muhtardan, belediye reisine, müsteşardan bakana kadar herkes şahsi çıkarı ile
işi arasındaki tercihte önce işini düşünse… Bir de işini “kitabına göre” yapsa.
Üzerine, “işi doğru yapma” ile “doğru iş” yapma arasındaki farkı sorgulasa.
Onları iş başına getirenler, hem onları görevlendirirken, hem de
görevlendirdikleri işlerini yaparken, imrendiğimiz çağdaş toplumlarda olduğu
gibi “bir toplumsal denetleme mekanizması” kursa ve görevlendirdiklerini
denetlese. Mesela veliler okulların önünde dikilse, “bir dakika kardeşler,
benim vergilerimden eğitime ayrılan payı siz nasıl kullanıyorsunuz bakalım?”
dese… Ve sorsa, “bu çocuklar aptal mı da, 25 fen sorusundan ortalama 2-3 soru
yapabiliyorlar?” diye…
O zaman Devlet Planlama teşkilatı, 2023 senesinde şu kadar öğretmene, bu kadar
hâkime ihtiyaç var der. O zaman YÖK (kafe açılsın, esnaf zengin olsun diye
değil) ihtiyaç kadar insan yetiştirmek için üniversite açar, öğrenci alır. O
zaman insanlar umutla geleceğe bakar ve mahkûm olduğu için değil, umudunu
gerçekleştirmek için okur, çabalar… Ve o zaman, sırf insanları elemek için
böyle sınavlar yapılarak, var olan potansiyel, yüreklerdeki korkuya feda
edilmez.
Bu ütopyanın gerçek olması için bir koşul var.
Toplumu oluşturan insanlar EĞİTİMLİ olacaklar.
Ama bu eğitim “öklidi bilme”, “avagadroyu bilme”, “psotmodifier’ı” bilme
anlamında eğitim değil. Bu eğitim, o insanlara, kendilerini Maslow’un
piramidinin tabanına ayaklarından bağlamış zinciri kıracak bilinci kazandıracak
bir eğitim olacak ki, bu ütopya gerçek olsun.
Kalan zamanımda sonucunu göremeyecek de olsam, buna, daha doğrusu çözümün
bu olduğuna inanıyoruz biz.
Bu işin ırgatları (biz öğretmenler) “yaptığımız işin anlamını bilirsek”, bu
düşün gerçekleşeceğini düşünüyoruz.
Gördüğün gibi derdimiz aynı.
Senin ve benzeri sorunlar yaşayan gençlerin daha güzel bir dünyada yaşaması
için uğraşıyoruz.
Sana o hiç tanımadığın âdemden öneri;
İnsan hayatında bir yılın iki yılın çok önemi yok. Karart gözünü, vazgeç neyse
seni çalışmaktan alıkoyanlardan. Sık dişini, geç şu KPSS denen köprüyü, hem de
köprüde karşılaşacağın dayılara gülümseyerek. Bir hedefin olsun, (önemini inkâr
etmiyoruz kuşkusuz) ayın onbeşinde bankamatiğe takılacak kartın da ötesinde bir
anlamı olan.
Biz dünyayı değiştiremeyiz. Ama ömrümüzü o yolda harcarız ya… İşte mesele
bu…
Sevgiyle…
20 Kasım 2009,
17:11 (Düzenle)
selamlar…
öğretmenim yazdınız herşeyi okudum,ve bir zanalar fen edebiyatlılar öğreten
olsun mu omasın mı diye bir ankat koymuş ve ötesindede karşıklı sohbete ve
tatlı atrtışamalara sahne olan bir hizmet vermiştiniz bu sayfa üzerinden..
o zmanlar ben karşı çıkmıştım ve yinede karşı çıkıyorum…
maden herkes öğretmen olacak neden fen edebiyat dye bir bölüm var,,,,onu
anladık işin lmini bilmini öğreteceklerse fen edebiyat fakültelerinin
kontenjanlarını sınırlandırsın ve o gençlere eğitim fakültelerinin önünü
açsınlar…
inanın hocam dikkatimi çeken bir durum var,,ingilizce eğitim verenn
üniversitelerden mezun olan öğrenciler 2. öncelikli punaıyla, nasıl oluyorsa
hiç pedagoji,,foormasyon almadan öğretmen oluyorlar…
biz de 5 puan fazla almış ve egitim fakultesinde okumuş,,,1.ve 4. sınıfta
gözlem ve uygulamaya gitmiş,,,yöntem ve teknik almış,testing almış,methadolji
sınawını zorla ve korkuyla geçmiş,,çocuklara yabancı dil öğretimini görmüş..vs
vs..bireyler olarak eğitim fakülteli olarak biz ne yapacağız o zaman diyordum
ve diyorum…bizim aldığımız o kadar ders ne olacak…bunun cevabını alsam
rahatlayacağım…şunu yanlış anlamyın,o kardeşlerimin öğretmen olmasını isemiyor
değilim,,elbette olmalılar ama
öğretmen olunulacaksa eğitim fakülteleri var,,yok eğitim fakülteleri değilde
fen edebiyattan da öğretmen yetişip aynı kulvarda yarışacaksak neden adı fen
edebiyat?
peki biz neden eğitim fakültesi okuduk?
bu arkadaşalrımız öğretmen olmak için okudularsa nedn eğitim fakültelerinde
okumadılar?
ssiz yukarda bahsemişiniz,fen den eden 2 tane doğru yapyorlar die,,,yada ben
ingilizce öğretmeye çalışırken ,,elbette gramer de veriyorum en basit ”kip”
kavramını kendi dilinde öğrenmeden ben nasıl grammar öğreteceğim…elbette fen
edebiyatlı kardeşlerim bu kavramları iyi biliyorlar ama,,öğretim tekniği almıyorlar
ki?
sonra benim Gazi Eğitim fAKÜLTESİ SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ BİTİRMMİŞ
KARDEŞİM ÇOKTA İYİ BİR ÖĞRETEMN OLMASINA RAĞMEN,,,KENDİSİNDEN ÖNDE 5 TANE FEN
EDEBİYAT MEZUNU KARDEŞİMİZ OLDUĞU İÇİN ATANAMIYOR VE POLİS OLDU ŞİMDİ…BEN
ANLAMIYORUM…
BU KARDEŞLERİMİZ BİLMİYORLARMIYDI FEN EDEBİYATTAN ÖĞREMENE OLUNAMAYACAĞINI Kİ?
BEN ULUDAĞ İNGİLİZCE MEZUNU OLARAK ŞUNU DİEBİLİRM BENİM EĞİTİM FAKÜLTEMDEN
MEZUN OLAN ÖĞRETMEN KARDEŞLERİM GERÇEKTEN KONSEPT ÖĞRETMEN OLUYORLAR…
VE BU KADAR DONANIMLI ÖĞRETMEN ADAYININ ÖNÜNE AZ BİR PUAN ARALIĞIYLA GEÇEN
MİSALEN,ATATÜRK ÜNV.İNGLİZ DİL VE EDEBYATINDAN GELEN BİR ARKADAŞIM,SIRF PUNALA
VE HERHANGİ BİR ÖZELLİKLE DEĞİL SIRF PUNALA GELEN ARKADAŞIM İNGİLİZCE
ÖĞRETEMZSE KİM SUÇLU?
MERAK EDİYORUM…BENİM KARDEŞİM LİSEYİ BİTİRDİ İYİ BİR PUAN ALMADI,TEKRAR
ÇALIŞIYOR,,VE FEN EDEBİYAT TERCİH ETMEMESİ KONUSUNDA ISRARCIYIM…ÇÜNKÜ EN
SONUNDA ÖĞRETMEN OLMAK İSTEYECEK VE SENEELERCE BEKLEYECEK…HAKLI MIYIM HAKSIZ
MIYIM…?
ELLERİNİZDEN ÖPERİM..
Evet Sevgili Adnan,
Sorunu kurcaladığımızda altından tanıdık “pislik” çıkıyor.
Ana sayfada yazdığım gibi, sorun öyle “öğretmen yetiştirmeyle”, “memleketin
eğitim meselesine alternatif çözüm aramayla” ilgili değil.
Başta içinde yaşadığımız toplumun, (ki o toplum bahçesindeki çiçeğin böcüğün
güzel görünmesi için 4 yıl peyzaj mimarlığı okutur da, kendi geleceği olan
çoluğunun çocuğunun eğitimini sallamaz) duyarsızlığı var. Ama işin en gübreden
kısmı, o duyarlığın oluşması için de, o halkımın EĞİTİMDEN NASİBİNİ alması
gerekir.
Çoluk çocuk ne yapsın, ekmek davasında… İş güç sahibi olmak istiyor, hayata
tutunmak istiyor. Piramidin tabanında kurallar neyse onlara göre davranmak
zorunda bırakılıyor.
Biliyor musun, YÖK’e sunulan, Fen edebiyat Fakültelerinde formasyon verilme
talebinin gerekçelerinden birisi, Fen Edebiyat Fakültelerinin taban puanlarının
çok düşmesi…
Bir fakülte türünün puanının yükseltilmesi için önerilen hamle, küçük ölçekte
çözüm gibi görünürken (ki bu ivmenin asıl nedeni öğretmen eğitimiyle hiç ilgisi
olmayan “ekmek davası” meselesidir) yaratacağı sonuçlar nedeniyle (yeterli
donanıma sahip olmayan öğretmenler, kurumlar arası görev alanlarının iç içe
geçmesi, bireylerde örselenen adalet duygusu ve bunun işe ve topluma
yansımaları gibi) pek çok soruna yol açacaktır.
Ama hala bunu kimsenin sorun ettiği yok.
Belli bir lisans programını bitirmenin ardından öğretmenlik formasyonuyla
öğretmen yetiştirme dünyada kabul gören bir uygulama. Bu nedenle yargısız
infaza gerek yok.
Ama özellikle davranış bilimlerinde çözümler, sorunun yaşandığı bağlamla
ilişkilendirilerek bulunduğunda etkilidir.
Bu meseleleri kimse tartışmıyor, kimse sorun etmiyor.
Bakalım diğer arkadaşlardan lehte ve aleyhte görüş bildiren, daha açıkçası,
bunu, elini (or his/her eye) kıpırdatıp iki satır yazacak kadar “üzerinde
konuşulacak konu” hisseden çıkacak mı?
Bu meselelerin çözümü tartışa tartışa olur.
Sevgilerimle…
21 Kasım 2009,
01:20 (Düzenle)
Hocam,
Akıl ve mantık ekseninde olaya baktığımızda cevapta çok açık ve seçik biçimde
ortaya çıkıyor zaten.
Diğer alanlar içinde aynısı kesinlikle, ama kendi bölümümden örnek vereyim.
Eğitim fakültesi öğrencisi olarak 1 yıl İngiliz dili ve edebiyatı eğitimi alıp,
ardından ide mezununa “ben de filoloğum, seninle aynı statüdeyim. Mesele
İngilizce, gerisini boşver” gibi bir tavır sergilemem ne kadar mantıklı?
Biyoloji okuyanlar hiç tıp, genetik ve veterinerlik alanlarıyla ilgili hak
iddia edebilir mi? Kimya bölümü bitirenler “ben zaten kimya mühendisinden daha
bilgiliyim” gibi bir tavır sergileyebilir mi? Hiçbir hemşire “bende de bilgi
var, alanlar da yakın. Doktorluk tam bana göre..” diyebiliyor mu? (Hem kimse
demeye cürret edemez, hem de kimse dedirtmez…)Ama her nedense konu öğretmenliğe
gelince herkesin DOĞAL olarak o bir dilim pastada payı var. Nasılsa öğretmen
olmak demek yeterli alan bilgisine sahip olmak demek. Yöntem-teknik-metot-
strateji… Hiiiç gerek yok bu işin inceliğine bakmaya. 1 senede şöyle genel bir
eğitim verilir, halledilir kolaylıkla. (Nasılsa devlet okullarında 40-50
kişilik sınıflarda 40 dakikayı sınıfı susturmak için harcıyoruz ve ders
işlemeye zaman kalmıyor ya… ).
Bir alanda uzman olmak, bir konuda bilgi sahibi olmak çok farklı; sahip
olunan bilgiyi karşıdakine anlatmak çok çok farklı bir olay. Biz eğitim
fakültesinde “öğretmenliğin inceliklerini, olmazsa olmazlarını” öğreniyoruz.
Konu hakkında sahip olduğun bilgiyi öğrenciye aktarmadaki yeteneğin kilit
nokta.Biz bu kilidi farklı farklı anahtarlarla nasıl açarız, onun eğitimini
alıyoruz.
Fen-edebiyatlı arkadaşlara sözüm yok asla. Kısır bir döngünün hüküm sürdüğü
sistem var ortada. Madem o fakülteye giren öğrencilerin çoğunluğu öğretmen
olmak istiyor, kaliteli öğretmen olsun o arkadaşlarda. Fen-edebiyatın
kontenjanları azaltılsın, eğitim fakültesinin kontenjanları artırılsın. Yeter
ki bu soruna ciddi anlamda bir çözüm bulunsun. Mesele insan çünkü…
Geçenlerde YÖK Başkanı açıklama yapmış, oğlunun matematik öğretmeninin
matematik bilmediğini düşünüyormuş. Yanılıyor, belki öğretmeni diskret
matematiği, sayılar teorisini, lineer cebiri, olasılık teorisini, integrali çok
çok iyi biliyordur. Peki öğretmeni bildiğinin ne kadarını öğrencisine onun
hazırbulunuşluk düzeyini, ön öğrenmelerini, seviyesini, bilişsel gelişim
düzeyini, öğrenme stilini göz önüne alarak aktarabiliyordur?
KPSS’de puanı basan atanırmış. KPSS- derin ve çetrefilli bir konu…
Düşünmek-üzülmek-bir yere gelememek…
SAYGILARIMLA
Sevgili Sümeyye,
Yazdıklarının içeriği hakkında (tanıdık, bilindik) yorumlar yapacak değilim.
Tartışmayı buraya, bu yöne çekmemin nedeni biraz farklı. Bilimsel ifadesiyle
hipotez testi yapıyorum. Sir Isaac Newton, adını koyup formüle etmeden önce,
yeryüzündeki varlıklar çekimsiz bir ortamda uçuşuyorlardı da, (doğru olmayan
elma hikayesinden sonra) patır patır yere mi düştüler? Yani, sorunu
hissetmektir sorun çözmenin birinci aşaması. Dewey de öyle başlamış zaten.
Hissetmek… Sorun vardır, insanlar dolaşırlar bi haber şekilde. Bir gün sorun
çarpar, bıraktığı izden, açtığı yaradan farkeder insanlar sorunu. Ama yara
enfekte olmuştur bir kere, zordur iyileşmesi.
Hissetmek, elini kıprdatmak, zaman ayırmak, üzerinde düşünmektir. (Sakın kimse
üzerine bir şey alınmasın, bu işlerde kimse kimseyi zorlayamaz. Zorlarsa da
hissetmek olmaz) Bu yüzden teşekkür ediyorum sana. (Bir de, benzer bir konuda,
diğer kanaldan ulaşıp duruşunu esirgemeyen Fatma’ya)
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
21 Kasım 2009,
17:55 (Düzenle)
HERKES ÖĞRETMEN OLAMAZ.
Eğitim fakülteleri mezunları mı fen edebiyat fakültesi bitirenler mi öğretmen
olacak sorusundan önce sorulması gereken soru öğretmen olmanın ne demek
olduğudur. Ben ne eğitim fakültesindeki öğretmen adaylarının ne de fen edebiyat
fakültesinde formasyon almaya can atan insanların öğretmenliğin ne demek
olduğunu bildiğine inanmıyorum.(İstisnalar kaideyi hiç bozmamıştır) Öğretmen
nedir, kimdir, yenir mi, içilir mi? Bu soruyu öğretmen olacak ve olmayı düşünen
herkes kendine sormalı ve mutlaka cevabını bulmalıdır. Bu soru hayati öneme
sahiptir, eğer şimdi bu sorunun cevabı bulunmazsa, iş işten geçtikten sonra
duvarlar sizin kafa darbelerinize isyan edebilir. Hayatınız boyunca soru
işaretleri dört bir yanınızda dolanıp durabilir.
Öğretmenlik nedir,ne DEĞİLDİR?
*Öğretmenlik pek çok insanın düşündüğü gibi sadece bir meslek değildir.
Öğretmenlik sadece meslek sahibi olmak için seçilebilecek bir meslek
olamaz.Eğer insanların hayata tutunmak için seçtikleri dal öğretmenlik olursa
zaten çatırtıları duyulmakta olan o dal bir gün kırılacaktır.
* Öğretmenlik öyle insanı zengin edecek bir meslek de değildir. İyi ki de
değil, bir an öyle olduğunu düşünüyorum da, paragözlüler de gelir ve bu mesleği
daha da bozarlardı.
”Öğretmenlik terzi iğnesine benzer; başkalarını giydirir ama kendi hep çıplak
kalır.”
*”Öğretmenlik en rahat meslektir, oh hafta sonu tatil, sömestir tatili, üç ay
yaz tatili…”diyenlerden misiniz yoksa siz? Yanılıyorsunuz, değildir. Tam
tersine öğretmene tatil yoktur, öğretmenin vazifesi ömür boyu sürer. Öğretmen
her yerde ve her konumda öğretmendir; öğretir, eğitir, kendindekini paylaşmaya
devam eder.
*Öğretmenlik çocuk oyuncağı hiç değildir. Cicilerini giyip, salına salına
sınıfa girip dersi bir şekilde geçirenler (for example: programda 3 saat
görünen dersi yarım saatte kitapta altını çizdirerek, ezberinden hiç atlamadan
tekrar eden, ezberlediklerinden tahtaya iki üç satır bir şeyler karalayıp
doktorasının başına koşanlar) öğretmen değildir. Öğretmenlik zor iştir,zoru
sevmeyenlere göre değildir.
Öğretmen(hoca)kimdir peki?
Öğretmen hayatın şimdisine ve sonrasına hazırlayandır.Öğretmenin sınıfı
yeryüzüdür, talebesi de bütün insanlardır. Öğretmen içindeki öğretmenlik aşkı
hiç bitmeyendir. Paylaşan ve paylaşmaya teşvik edendir. Bütün olumsuzluklara
rağmen duruşunu bozmayandır, doğru bildiğinden taviz vermeyendir.Hakkı
savunan,haksızlığa tahammül edemeyendir.Öğretmen işini layığıyla yapandır.
Öğrencisini koşulsuz sevendir ve öğrencisinin gönlünde olandır. Öğretmen…
Bu listenin ucu açık, daha çok şeyler eklenebilir.Öğretmenliğin ne
olmadığını anlarsak ne olduğunu anlamamamız daha kolay olur. Bu yüzden işe ne
değildirlerden başlamak lazım.(o liste de uzatılabilir)Şimdi cevaplanması
gereken şu mühim soruya gelelim. Soru açık uçlu olduğu için cevaplamaya üşenenlerin
olabileceği kanısındayım.(Bu kanıya varmamdaki sebep vizelerde ezici bir
çoğunluğun kapalı uçlu soru talep etmesidir)Bu nedenle sorunun cevaplanması
için bir kere de kapalı uçlu olarak soracağım.
(Düzeltme faktörü uygulanacaktır, yanlış cevabınız başka soru olmadığı için
bir doğru cevabı değil sizi(öğretmenliğinizi) etkisiz kılacaktır.)
1)Aşağıdakilerden seçeneklerden hangisi doğrudur?
A)Öğretmenlik önüne gelen her vatandaşın yapabileceği bir meslektir. Yoldan
geçen bir insan evladını çevirip “Öğretmenlik yapabileceğiniz meslekler
arasında mı?” diye sorsanız alacağınız cevap:”Tabi yaparım ne var onda
yapamayacak.”tır. Yani Türk insanı doğuştan öğretmen olma niteliklerine
sahiptir.
B)Öğretmenlik sizi bolluk içinde yaşatacak kadar maaşı yüksek bir meslektir.
Öğretmen olursanız bilin ki köşeyi döneceksiniz. Yatlarınız, katlarınız,
etrafınızda fır dönen hizmetkârlarınız olacak.Ve daha neler neler…
C)Öğretmenlik çok rahat bir meslektir,masa başı iştir.Sınıfa
gelirsiniz,masanıza kurulursunuz,tek işiniz konuşmaktır.(ne konuştuğunuzun da
pek önemi yok).Tatili boldur, hafta sonlarını sevdiklerinize balık tutarak,
sömestir tatilini Uludağ’da, yazları da Hawaii’de geçirebilirsiniz. Oh değmeğin
keyfime…
D)Öğretmenlik iş bulamayan vatandaşlarımız için bir umut kapısıdır.İçinde
bulunduğumuz koşullarda işsizliğin giderek artmasıyla birlikte öğretmenliğe
talep attı.İster formasyon alarak, isterseniz öğretmenlik sertifikası alarak
mesleğe adım atabilirsiniz.Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda Mevlana’nın şu
meşhur sözünü benimsemiştir.
“Gel ne olursan ol yine gel”(Gel, her kim olursan ol yine gel)
E)Öğretmenlik dünyanın en zor işidir. Herkes öğretmen OLAMAZ. Öğretmen
olmanın gerektirdiği niteliklere sahip olmayan, öğretmenliğin ne olduğundan
bihaber insanlar öğretmen olamaz. Öğretmen sıfatının altına gizlenecek olan o
insanlar(canavarlar),ancak okuryazar cahiller yetiştirebilirler.
Son söz:
İnsanlar yollar inşa ederler, başka insanlar muazzam binalar inşa ederler,
kimileri de gemiler inşa ederler. Bütün bu yolları, gemileri ve gösterişli
binaları inşa eden insanları ise ÖĞRETMENLER inşa ederler.
Saygılarımla.
Paylaşımların için teşekkür ediyorum Fatma.
Sevgiyle…
21 Kasım 2009,
23:23 (Düzenle)
selamlar…
öğretmenlik üstüne…
FATMA,Sümeyye hanfendileri,değerli öğretmen arkadaşlarımı okudum ,Sümeyye in
term ama Fatma meslek temi belirtmiş,,lakin cümleler ve düşünceler
fevkalade..İzniniz olursa bi konuyu paylaşmak istiyorum…
Bugünümü anlatayım,malatya ya
-Hocam,ÖYLE BİR KAYNAK DİREKT OLARAK YOK ,LAKİN SİZ EĞİTİM BİLİMLERİ KONU
ANLATIM ALMALI VE ÇALIŞMALISINIZ SANIRIM…
Durdum ve hafifi bir gülümsemeyle peki dedim,çünkü işin aslı öyle imiş,eğitim
bilimleri ve alan bilgim olacakmış…haklılar…
benim bu alanlarda bilgim olacakmış..buraya dikkat ediyorum,bilgim
olacakmış..bu millete bilgiyi,ezberi bozup nasılı ne içini öğretecek
öğretmenlerde kuru ezber istenecekmiş…amamç sadece sınıflandırmak için yani
ezberi kuvvetli öğretmenleri almak için yapılan bir sınawmış..formasyon ,insan
bilimi ,farkındalığı,kavratma becerisi değil bilgin olacakmış..şunu inkar
etmiyorum yanlış anlaşılmasın,,elbette sınaw lazım ama,madem sınawa başvuru ve
hertürdeki anadolu lisesine öğretmen olmak için 2 yıl çalışmış olmak,takdir i
,teşekürü,sicil notunun ii olması gerekiyor, da sonunda mülakatta yapılacakta
niye sınaw yapılıyor? bunu anlamış değilim,,2001 yılına kadar bu okullara
direkt kpss puanıyla atama yapılıyordu,sonra ne olduysa nalamadım böyle bir
durum ortaya çıktı…(BİR PARANTEZ AÇIP ŞUNU PAYŞAMAK İSTİYORUM)
bizleri süründürecekler ya,,oldum olası zaten ucunda mülakat olan sınawlardan
çekinmişimdir…niyesi malum,,anlatmayım…ben fakülteyi bitirdiğim sene bir özel
okuldan başvurmadığım halde çağırıldım..ve şartları konuşurlarken dediler ki
sizi yarın gelin mülakata alacağız,,peki de dedim mülakatı kim yapacak?
universiteden benim alanımın hocaları mı gelecek?
-yok,dediler.lisimizin öğretmeni ( vurguda şöyle: Marmara İngilizce yi bitirmiş
öğretmenimiz.) dedim ben size öğretmen olmam kusura bakmayın..neden diye
sorulunca dedim ki..beni mülakata almanıza hiç lafım yok…ama mülakat nedir ben
anlayamadım…bana micro teaching deseniz anlarım,,yada iş başında sizi dinleyeceğiz
bir kaç ders bi süreç izleyeceğiz ,deseniz anlarım ama,ben çocuklarla karşı
karşıya gelmeden,,onların bir kaç gün hazır bulunuşluk,bilişsel seviyesi,vb ni
görmeden benim ,sizin sorduğunuz iki tane soruya cevap vermemle nasıl
öğretmeniniz olmamı bekliyorsunuz? Kaldı ki;szin lisede ki öğretmeniniz beni
nasıl mülakata alabilir?
dedim ve çıktım kibar bir şekilde aradan bir kaç gün geçti hocam sizle görüşmek
istiyoruz dediler,ama mülakat yok,şartlarınızı bildirin,beraber çalışalım hay
ay dedim ve başladım göreve..
göreve başlarkende hedeflerimi ve ne zaman ne gerçekleştireceğimi bir kağıda
yazıp teslim ettim ,bana vay hocam dediler,,bunalr yapılacak mı? evet dedim
seyredin,,asıl mülakat bu işte deyip başladım görreve,,aradan bir kaç ay geçti
,,dil klübü kurmak ve bir otelle anlaşıp,(en basiti),hafta da bir çocukları
orada konuşma pratiğine,sonrada bir kaç büyük turistik otellde ve bulunduğumuz
yerde gelen turistlere ingilizce memleket tanıtım rehberliği yapmaya başlatalım
dedim..çok beğenildi…veliler toplanıp toplantı yapıldı..kabul edildi..ve ben
kurumdan konuşma setleri,dil eğitim işitsel ve görsel içirikli materyaller
istedim maliyet çıkardım…maalesef sbs de o zaman inilzce çıkamadığı için ve
kabul görmedi,masrafmış güya..ve bende yarıyılda verdim istifamı ,çağırdılar,hocam
size biz mülakatımız yaptık kabul ettik,birlikte çalışalım devlette
körelirsiniz dediler ve buradayım şimdi..
TEKRAR DÖNERSEM KONUYA; madem biz bir üst kurumda öğretmen olacağız, bizi süreç
içinde değerlendirsinler,ama hakkıyla değerlendirsinler,,ben şimdi strese
girdim sınawa çalışacağım diye,,sınawdan korkumdan değil,çalışırım ama
mantıksız bir sınawa
çalışcağım diye,,
ben başvurumu yapayım,alsınlar beni,sicil notum tavanda,devletin
müfettişlerinin hakkımdaki kananaatleri zira öyle ,,bu konunun uzmanları ve
öğrenci memnuniyetini8 fakültelerde olduğu gibi,anketlerle ölçülsün),baktılar
ben yapamıyorum geri kurumuma göndersinler…
sevgili meslektaşlarım msanırım mesele bizim düşündüğümüzden de öte,üzüm yemek
değil ,sizlerinde bahsettiği gibi,orada bir adam olsun ,hala kara olna tahtayı
yazsın doldursun yahut,yazmasın ezberlediklerini yazdırsın,,zil çalınca
kahvesini içsin yoluna devam etsin mantığı mı var ne?
amacım kimseyi zan altında bırakmak değil ama ben yeni okuluma tayin alalı 2 ay
oluyor ve öğrenciler benden azdan şikatetçi,bunu kendi hazırladığım anketle
ölçtüm,,şikayet meselesi isie yazdırmıyormuşum,önceki öğretmenler
yazdırıyormuş,deftere daha 5 sayfa not tuttabilmişler,halbuki bu yıl bir defter
bitermiş diğer öğretmenleri olsa,,kelimeler 5 -10 kere yazdırılıyormu, ama ben
yazdırmıyormuşum,vb,,,
Bana cevap verrimisiniz Abbdullah hocam,deftere yazdırmakla,kafaya kazımak
arasındaki farkı,ben hata mı ediyorum yoksa?
arkadaşlarımın dediği nokta buraya geldi sanırım yukarda,öğretmenlerimiz hep
böyle alıştırıyorlar,,yaz yaz yaz…oku oku oku…belki unutmuşunuzdur bi ara
yazmıştım size,ben WİLL konusunu ,okulun perdelerini kendime kıyafet ederek
anlatmıştım ,çingene olup fakla bakmıştımda diğer arkadaşlar bana
gülmüştü,,yada,used to konusunu sınıf masa öğrtüsünü kullanmış ve
anlatmışrım,,,vs.vs..merak ediyorum..bunları acaba fen edebiyat fakültesi
mezunlarından kaç tanesi,yada,eğitim fakültesi mezunlarından kaçtanesi yapıyor?
içtiğim bir kahvenimn fotoğrafını çekip,,projeksiyonla yansıtıp, will konusunu
,,en yakın sosyal içerik yani fal ile anlatıyorlar,,? yada bir
matematkçi,dikdörtgenler prizmasının hacmini içtiği basit bir meyve suyu
kutusunu kullanrak anlatıyor,yada silindirin hacmini çocukların her an içtiği
teneke kola kutusunu kullanarak anlatıyor.. veya Nasreddin hocanın gölü
mayalama fıkrasından yola çıkarak ,çözeltiler anlatıyor,,yada,sınıfta bir dil
kutuları oluşturarak cümlenin öğelerini anlatıyor..veya bizim 7. sınıf
öğrencimiz ingilizceden 5 ortalama yaparken Türkçe den 4 yapıyor,,
matematiği yaparken,fen yapamıyor?
bizim lisede bir matemtik öğretmenimiz vardı,hemen tanım der ve tanım yazdırı
sonrada iki tane soru çözer geçerdi,,bizim fen hocalarımız neden optik konusunu
işlerken ,yada aynada görüntü işlerken çocukların ,onun ne olduğunu
bilemden,dokunmayıp,görmedikleri çukur aynadan bahsediyolar…her evde ayna var
ama çukur olanı yok,,,,biz öğretmenliği bilmiyoruz aslında Robinson Crusoe
Cuma’ya konuşmayı öğretiyor ama biz,Cuma öğretemiyoz,ÖKLİD br bağıntı koymuş
ortaya ,öğretmen tahtaya kitaptakinin aynısını yazıp bırakıyor kenara neden bu
çocuklara o bağıntı yaşatılmıyor?
üçgenin iç açılarının toplamı şudur deniyor,,bir kuru ağaçran 3 tane dal
koparıp,birleştip,üçgen yapılıp,çocuklara ölçtürülüp buldurulmuyor*
şans mı zekamı bilinmez,bizim yurdum çocukları bir şekilde öğreniyolar..Yök
başkanımızda çıkıp öyle diyebiliyor,,çocuğu özel okula gitmesine rağmen…
özetlersem,,öğretmen olunmaz,öğretmenlik yaşanır bana göre,,,nasıl nefesi
almaktan oflayıp poflamıyor ,şikayet etmiyor,sak öğretmektende
etmemliyiz..şikayet edenler de öğretmen olmamalı…
üniversitelerde de öğretmenlik öğretilmez,öğretmenlik yaşatılır bana
göre,,Rehberlik der ki; kişiye yolları göster tercih sun..o kendi yaşantısıyşl
akarar versin…bizde ise kişiye yollar verilmiş,kapatılmış,gidilecek bir
öğretmenlik kalmış..herkes öğretmen oluyor sonra ,,,eğitim fakülte mezunları
yığılırken,,diğer bölümlerden ön sıraya önceden gelmiş olanlar geçip meslek
evet meslek sahibi oluyorlar,,,öğretmen olmuyorlar,,,
Diyorum ki: eğitim fakültelerinden öğretmen yetişir,,,Fen Edebiyattan
değil,,eğer oradan da yetişiyorsa adı değiştirilip,gerekli dersler konulsun
orasıda eğitim fakültesi olsun…
ben öğretmenim ve yaparak,yaşayarak,rüzgar ve yelken olarak,,meslek değil,yaşam
şeklim ve hayatım olarak bu işi yapıyorum..para içiin değil insan yetiştirmek
için yapıyorum diyen lere selam ve saygılarımı sunuyor,,Abdullah hocam sizinde
ellerinizden öpüyorum..
sevgiyle kalınız..
Teşekkürler Adnan,
Şimdilik her ne kadar “kendimiz çalıp kendimiz oynuyormuşuz” gibi bir görüntü
sergilesek de, yaptığımız iş, konuyu, ileri geri konuşmanın ötesine taşıyıp,
tartışabiliyor olmamız nedeniyle, benim için anlamlı. Hepinize teşekkür
ediyorum.
Sorduğun için yanıt veriyorum. Eğer bir öğretmen sınırlı olan ders zamanını,
zaten kitapta notta yazılı olan konuyu bir de deftere yazdırarak harcıyorsa,
bu, onun süreçte birşeyler yapamadığı için “zamanını bir şekilde geçirme”
aczini gösterir ki, bu da bir öğretmene hiç ama hiç yakışmaz. Hele
fotokopyanın, çıktının ayağa düştüğü bir çağda…
Sevgilerimle…
22 Kasım 2009,
23:39 (Düzenle)
Gözlerimin buğusunu uzun zamandır bu şekilde hissetmemiştim. Duygu
yoğunluğum seninle olsun, uzun ince yol sevenler.
Sevgili Abim,
Gençler ayrıntıyı bilsin diye uzatıyorum iki satırlık teşekkürü.
Seksenli yılların ortalarında İhsaniye Alt sokaktaki bekar evimizde başlayan
dostluğunla kitaplarda yazmayan pek çok şeyi senden öğrendim. (Bulaşık
yıkamanın dışında öğretemediğin yemek yapma ve benzeri işler, senin
beceriksizliğinin eseri değil…)
Gördüğün gibi yaman bir çelişkinin ortasında son demlerimi harcıyorum.
Bir yanımda, sistemin kendisine benzettiği, yapmaya çalıştıklarımı kendilerine
eziyet olarak algılayan ve kestirmeden iş bitirmek isteyen gençler, bir yanımda
da bana umut ve enerji veren, bu ülkenin geleceğini yetiştirme sorumluluğunu
hissederek birşeyler yapmaya çalışan gençler…
Ama ben hepsini seviyorum ve aklımın erdiğince doğru bildiğimi onlarla
paylaşmaya çalışıyorum.
Seni burada gördüğümüz için mutluyuz.
(Telefon görüşmelerimizdeki o klasik söylemimle bitireyim) berhudar olmak
kaydıyla ellerinden öpüyorum…
24 Kasım 2009,
00:09 (Düzenle)
SELAMLAR ÖĞRETMENİM…
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNE DAKİKALAR KALA ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLUYOR VE
ELLERİNDEN ÖPÜYORM..SANA BİR HEDİYE VERİP KUTLAYAMIYORUM AMA,GÖNLÜNDEN GEÇEN
BİR ÖĞRETMENLİĞİ BU MEMLEKETTEN SANA SUNUYORM..
UMARIM NACİZANE HEDİYEMİ KABUL EDERSİN..
SEVGİ VE MUHABBETLE NİCE ÖĞRETMENLER GÜNÜNE ÖĞRETMENİM..
ELLERİNİZDEN ÖPÜYORUM..
Teşekkür ediyorum Adnan… Ben de senin öğretmenler gününü kutluyor sevgiyle
gözlerinden öpüyorum…
24 Kasım 2009,
01:14 (Düzenle)
Abdullah hocam…
Size bu yazıyı gerçekten hak ettiğinizi düşündüğüm için yazıyorum yıllar önce
ilkokul öğretmenime ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN ÖĞRETMENİM derken onun bunu
gerçekten hak edip etmediğini düşünmemiştim bile çünkü öğretmenlik nedir
sorumlulukları nelerdir nasıl bir program uygulamalıdır gelişim psikolojisinden
ne kadar haberi vardır (bilgisi çok olmalıki hayatımızda hiç kimseden
yemediğimiz dayağı ondan yedik sağolsun dayak tadını çok iyi biliriz)bunlar
hakkında hiçbir bilgim yoktu.Ama şimdi sahip olduğum her bilgide dönüp arkama
bakınca canım gerçekten çok yanıyor ve hayatımda tanıdığım ender ÖĞRETMENLER
arasına sizide katıp ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZÜ KUTLUYORUM HOCAM…İçinizdeki öğrenci
sevgisi için çok teşekkürler…
Sevgili Şeyma, “anlaşılmanın ve doğruları paylaşmış olabilmenin” güzel bir
duygu olduğunu yaşattığın bu günde, ben de senin öğretmenler gününü kutluyor,
sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
24 Kasım 2009,
11:39 (Düzenle)
Hocam,
Geçen öğrencilik yıllarıma şöyle bir baktığımda, eşinizin benzerinizin
olmadığını bir kez daha görüyorum. Her alanda geçerli bu, yerinizi hiç kimse
dolduramıyor. Şu anda en yakın olduğu için söylüyorum ( şimdi yaralıyım ya),
bize gerçekten her konuda tam bir model oluyorsunuz. Yaptığınız her işin, sarf
ettiğiniz her sözün arkasındasınız. Ve bu bana inanılmaz bir güç veriyor.
Zirvede olan hep sizsiniz! Duygu yoğunluğu yaşıyorum an itibariyle, kelimeler
kifayetsiz kaldı .
Mezun olup öğretmenliğe başladığımda, sizin gibi bir öğretmen olabildiğim
zaman, yapamadıklarınızı yapabildiğim zaman, en güzel hediyeyi size vermiş
olacağım inşallah.
Daha organize, sıfır dümbük faktörlü nice öğretmenler günlerine…
Öğretmenler gününüz kutlu olsun Hocam!
Ve tüm öğretmen adayı arkadaşlarımın ve öğretmenlerimin de öğretmenler gününü
kutluyorum.
SAYGILARIMLA…
Sevgili Sümeyye,
Ben de senin öğretmenler gününü kutluyor, sevgiyle gözlerinden öpüyorum. O
güzel hediye bana, hem Yunus’a hem de Aziz Mahmut Hüdai’ye atfedilen, bir kır
gezintisinde “herkes demet demet çiçeklerle dönerken, elleri boş gelip,
hocalarının en beğendiği hediyeyi getirmiş olmaları” ile ilgili o öyküyü
anımsattı.
Sevgilerimle…
24 Kasım 2009,
22:49 (Düzenle)
İşini en doğru şekilde yapan, malzemesini sağlam temeller üzerine
kuran,sağlam binalar inşa eden, geleceğin mimarlarının yüksek mimarı öncelikle
öğretmenler gününüzü kutluyorum. sizden çok şey aldığımdan ve alacağımdan
eminim. sizi tanımam yine sizin etkinizde kalan 90lı yıllardaki
‘talebelerinizden’ biri sayesinde oldu,onu size benzetiyorum,tavırlarıyla,dersi
anlatış stiliyle..onun selamını size söylediğimde sen de torun oluyorsun o
zaman demiştiniz.Ben de size gerçekten bu aileye layık çok iyi bir torun
öğretmen olacağıma söz veriyorum.
öğretmeyi ve öğrenmeyi öğrenerek öğrendiğim hocama saygılarımla…
Sevgili Özlem,
Bu akşam, yaptığım bir değerlendirmenin analizine bakıp yüreğimde bir sızı
düşünürken, mesajın yüreğimi aydınlattı. (Fen Edebiyat Fakültesinden mezun
olduktan sonra, öğretmen olmak için yanıp tutuşan abilerinizin ablalarınızın
bir grubunun %70′i BEDELİNİ ÖDEYEREK İYİ ÖĞRETMEN OLMAK ile KISA YOLDAN
SERTİFİKAYI KAPMAK arasındaki tercihlerini ikinciden yana yapmışlar) Yani,
yüzde 30′u da iyi öğretmenler olmak istiyor. Benim için bunun anlamı şu.
Bu rahle-i tedristen geçenlerin ÇOĞU senin gibilerini yetiştiremeyecek. Yine
çocuklar matematikten nefret edecek, yine ezberleyecek, yine başarısız ve
mutsuz olacak.
Sen, aradan sıyrılıp diploma alan onlarca öğretmene inat, benim doğru iş
yaptığımın kanıtlarından birisisin. Sen benim için Semanur gibi, Yağmur gibi,
bu rahle-i tedristen geçen geçmişin denizyıldızlarının somut başarılarısınız.
Ve adım gibi inanıyorum ki, sizler de sizi yetiştirenler gibi denizyıldızları
yetiştireceksiniz…
Adını burada sayamayacağım ama buralarda dolaşan onlarca öğretmen adayına
diyorum ki, DOĞRU YOLDASINIZ. VAZGEÇMEYİN.
Bunları yazmama vesile olduğun için teşekkür ediyor sevgiyle gözlerinden
öpüyorum…
25 Kasım 2009,
23:11 (Düzenle)
sevgiler sizle olsun öğretmenim…
elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum burdan yazan
ablalarım,abilerim,kardeşlerimin yazılarını,,çok hoşuma gidiyor
yazdıkları,inanırmısın hocam o kadar istiyorum ki şu benim memlekete sizin
öğrencilerinizden,buraya yazan arkadaşlardan bir yada bir kaç tanesi atansa..ne
kadar olursa olsun inanın sizin yetiştirdiğiniz bir öğretmen arkadaşımla aynı
melekette tanışarak çalışayı çok istiyorum…fikir,hedef,çözüm,,, birliği olur
diye düşünüyorum…
türlü türlü unilerden mslektaşlarım var,acaipte koordieliyiz ama yinede aynı
renkle boyanmış olmak daha güzel olur değil mi…
inaşllh bir gün oradan bi arkadaş gelirde siz den,derslerden,bahsederek ve
feyzlenerek daha güzel işler başarırız..
aklıma gelmişken sorayım hocam, kitap okumaya çalışıyorum,okuyorumda,şimdi
elimde ”SAVAŞÇI” VAR CÜCELOĞLUNDAN,BİTİRİNCE BANA ÖNERECEĞİNİZ BİR ESER VAR MI
,OKUYABİLECEĞİM,,İNANIN OKULDA ÖĞRENDİĞİMİZ PDR,MESLEK DERSLERİNİN DIŞINDA
HATYATTAN BİRE BİR ALINMIŞ OLAYLARDAN YOLA ÇIKARAK YAZILMIŞ ESERLERİ OKUMAK
YELKENİMDE RÜZGAR GİBİ OLUYOR HOCAM..
SEVGİ VE SAYGIYLA ELLERİNİZDEN ÖPÜYORUM..
Merhaba Adnan,
Doğan Cüceloğlu’nun kitapları güzeldir.
Savaşçı’nın yanı sıra, “İçimizdeki Çocuk”, “Yeniden İnsan İnsana”, “İyi Düşün
Doğru Karar” ver de güzeldir.
Yine işimizle ilgili güzel öyküler, anekdotlar okumak istersen, Hasan Yılmaz’ın
kitaplarını da okuyabilirsin. Kitapların adları şöyle: “Gençler, bu kitap sizin
için”, “Öğretmenim, lütfen bu kitabı okur musun!…” ve “Sevgili Anne ve
babacığım, lütfen bu kitabı okur musun!…”
Ahmet Şerif İzgören’in “Şu hortumlu dünyada fil yalnız bir hayvandır” adlı
kitabı da güzel kısa öyküler içerir. (Kitaba bu garip adı veren bir çeviri
sınavında yapılan şirin hata. “Elephant is the only animal in the world with a
trunk” cümlesinin sınavda çevirisi böyle yapılmış da… )
Madem kitap muhabbeti yapıyoruz, önemli gördüğüm birkaç kitap adını da
paylaşayım. Çünkü başka kardeşler de okuyor bu yazdıklarımızı.
Ben Sunay Akın’ın araştırmacı yanından pek çok şey öğrendim. Kitapları
güzeldir.
Dil öğretmeni sözcüklerin kökeniyle de ilgilenmeli. Sevan Nişanyan’ın “Elifin
Öküzü ya da Sürprizler Kitabı” hoşuma giden kitaplar arasında…
Kazım Taşkent’in, Yapı Kredi Yayınları yeni baskısını çıkardı galiba,
“Yaşadığım günler” adlı kitabı, yaşamadan öğrenmeyi isteyenler için harika bir
kitap.
Eğitimin siyasal işlevi, rejimi koruyacak bireyler yetiştirmektir. Bu açıdan
bakıldığında, ülkemizin, siyasi ve ekonomik bağımsızlığı her öğretmenin
takıntısı olmalıdır. Bu konuda yakın tarihimizde “neler olmuş neler yapılmış”ın
kısa bir özetini, Metin Aydoğan’ın “Türkiye Üzerine Notlar” adlı kitabında
konsantre bir biçimde bulmak mümkün.
Kafamı kütüphanemin raflarına çevirdiğim şu anda, durmam gerektiğini
düşünüyorum…
İş liste yapmaya doğru gidiyor.
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
26 Kasım 2009,
17:36 (Düzenle)
bayramınızı tebrik ederim….
Teşekkürler Kardeşim… Ben de sana ve sevdiklerine güzel bir bayram
diliyorum. Sınıflarda ikişer kişi olsa ne güzel olurdu değil mi?
Sevgiyle…
26 Kasım 2009,
23:39 (Düzenle)
SİZİN VE AİLENİZİN MÜBAREK KURBAN BAYRAMINI KUTLUYOR,SAĞLIK MUHABBE ve NEŞE
DOLU NİCE BAYRAMLAR DİLİYORUM..
KİTAPLAR İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM HOCAM..
İNŞALLH BEN OKUYUM,NASİP OLURSA TORUNLARINIZA (EVLATLARIMA DA OKUTACAĞIM )
SEVGİYLE ELLERİNİZDEN ÖPÜYORUM..
Teşekkür ediyor ben de sana ve sevdiklerine sağlıklı mutlu bir bayram
diliyor, sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
28 Kasım 2009,
21:34 (Düzenle)
Abdullah hocam kurban bayramınızı en içten dileklerimle kutlar sevdiklerinizle
birlikte o eski bayramların tadını yaşamanızı temenni ederim.Eski bayramlar
daha bir başkaydı belki imkanlar bu denli geniş değildi ama en azından insanlar
mutluydu ve en önemlisi DEĞERLERİMİZE SAHİP ÇIKIYORDUK şimdilerde ise her türlü
imkan var fakat mutlu olmayı bilmiyoruz…O zamanlarda bayramlar şimdiki gibi
TATİL olarak değerlendirilmiyordu herkes birbiriyle bayramlaşıyordu otellerede
para kazandırılmıyordu…Günün birinde gerçek değerlerimize sahip çıkmayı
öğreniriz inş…Tekrar iyi bayramlar diyorum ve saygıyla ellerinizden öpüyorum.
Sevgili Şeyma,
Öncelikle, bayram kutlama mesajın için teşekkür ediyor, ben de sana ve
sevdiklerine sağlıklı huzurlu ve mutlu bir bayram diliyorum. Ardından da
mesajında gördüğüm bir ayrıntıdan söz etmek istiyorum. Toplumsal bir kurum
olarak eğitimin, beklenen işlevlerini yerine getirebilmesi için, öğretmen ve
öğretmen adaylarının bunları önce kendilerinin bilmesi ve yaşaması, bir
farkındalık hissetmesi ve ardından yetiştirdikleri insanlarla paylaşmaları
gerekiyor. Daha mesleğin çok başında, toplumun kültürel mirasının muhafazasını
sorgulayan bir öğretmen adayı görmek, beni umutlandırıyor…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
30 Kasım 2009,
02:59 (Düzenle)
Sevgili hocam, öncelikle bayramınızı kutluyor, sevgi ve sıhhat dolu
geçmesini diliyorum. Defteri okumaya çalıştım, kısmen başarılı oldum, hepsini
sindiremeyeceğimi biliyordum ve denemedim, ama bunu uzun vadede programlı bir
şekilde gerçekleştirebilirim, sonucunda bundan elde edeceğim kazanımı tahmin
bile edemiyorum, tıpkı bunun gibi derste de her dediğinizi algılamada zorluk çekiyorum,
zaman zaman kullandığınız bir söylem onunla bağıntılı başka bir yaşantımı
hatırlatıyor ve dikkatim birkaç saniyeliğine dağılabiliyor, sonuçta bütünün bir
parçasından yoksun kalıp verilmek istenen anlamı tam olarak
kavrayamayabiliyorum, bunun içinde tıpkı buradaki gibi uzun vadede
incelenebilecek bir kaynağa ihtiyaç duyuyorum, veya duyuyoruz, yani
derslerinizi kalıcı hale getirme düşünceniz umarım bize de nasip olur, buna
ihtiyacımız olacaktır.
Deftere imzasını atmış arkadaşlarım olduğunu gördüm, açıkçası imrenerek
yazıyorum, buraya iz bırakmak çok önemli diye düşünüyorum, bu gibi bir imkan
sunmanız çok güzel, umuyorum ki aynı derecede duyarlılık gösterecek farklı
hocalarımız da olsun, bizim bu programı seçmekte etkilendiğimiz hocalarımızda
duyarlılıkları ile iz bırakan insanlardı.
Hocam farklı platformlarda da karşımıza çıkıyor ve üzerine kafa yorulası
bir durum gibi görünüyor, nasıl oluyor da mesleki yeterliliğiniz veya
öğretmenlik kimliğiniz tartışma konusu oluyor, biz elbette ki bununla ilgili
kimseyi yargılayamaz veya suçlayamayız ama hani deriz ya genel ahlak kuralları
diye, yokmudur iyi öğretmen olmanın genel kuralları, yani ne tür bir
değerlendirme ile hakkınızda yorum yapılıyor; bu tür değerlendirmeler bizim
üzerine pek söyleyecek şeyimizin olmadığı şeyler olabilir, ama bunlar açık
platformlarda paylaşıldığında insanlarda bir önyargı oluşturacaktır, hakkınızda
olumsuz bir yorum paylaşılan kişi sizin dersinizden uzak durmak isteyebilir,
nihayetinde sizden alacağı kazanımlar ortadan kalkacaktır, bunu şunun için
söylüyorum; kardeşimin de yabancı dil üzerine yetenekli olduğunu düşünüyorum,
ve kendisi bir gün öğretmenlik mesleğinin yoluna düşerse önünde siz veya sizin
gibi bir örnek mutlaka bulunsun istiyorum, buna engel olacak yorum ve
değerlendirmelerle karşılaşması iyi olmayacaktır.
Buna karşılık hakkınızdaki olumlu değerlendirmeler ile kişide olumlu
önyargı oluşturulması, beklentinin yükseltilmesi bir sakınca taşımıyor diye
düşünüyorum, zaten sizin karşılayamayacağınız bir beklenti oluşacağını sanmıyorum.
Hocam tam olarak hatırlamıyorum ama ikinci yada üçüncü hafta dersinizde
jübileye kalan iki yıldan bahsettmiştiniz, umarım bu süre biraz uzar, çünkü
dediğim gibi kardeşimi sizin öğrenciniz olarak görmek istiyorum, eğer bu
düşünceniz zamanla kesinlik kazanırsa yada kazanmışsa da şimdiden ricada
bulunayım ki ben son maçlarınızı tribünden izlemek isterim, umarım biz de
katılma şansı buluruz.
İlk olarak 5 kişi diye dile getirmiştiniz ama üst sınır yok demişsiniz,
sahaya kaç kişi çıkarırsınız bilmiyorum ama en azından kadroya girebilirsem çok
mutlu olurum, ortadaki aksiyona öyle güzel reaksiyon gösteriyorsunuz ki oluşan
enerjiden pay almak hiç de zor değil, şimdiye kadar bunu başardım -böyle mi
diyordu emin değilim, “message transfered from the source to the reciever”-
umarım neticelendiririm…
Merhaba Taner,
Bugün bayramın son günü olduğuna göre, hala “geçmiş” sözcüğünü kullanmadan
bayramını kutlama olanağım var demektir. Senin de bayramın kutlu olsun ve
bayram senin için beklentilerinin gerçekleşmesine vesile olsun…
Yazdıklarına (seni sıkmadan) kısa kısa yanıtlar vermeye çalışayım.
Dersteki paylaşımlarda yaşadığın sorun her ne ise bunu benimle paylaşmanda
yarar var. Eğer sınıfta bunu uluorta yapabiliyorsan öyle yap, belki aynı sorunu
yaşayan ve sorununu dillendiremeyen başkaları da vardır. Yok, ben öyle konuşmam
diyorsan, bir ara bir köşede kıstır beni ve sorununu paylaş. Ya sana bir şeyler
öneririm ya da kendime çekidüzen verip işi daha anlaşılır kılmak için çareler
ararım… Ama ne yapacağıma karar vermem için meselenin ayrıntısına girmem gerek…
Derslerin kalıcılaştırılması konusu, jübileyle de biraz ilintili. Neden
derslerimi kalıcılaştırmadığımı (kitap falan yazmak gibi) izah ederken, bunun
arka planında jübile gerekçelerimi de görebilesin diye dikkatini oraya çekmek
için böyle bir giriş yaptım.
Belki düş kırıklığı yaşatacak bu yazılanlar ama göstermekten çekinmediğim
bir içimin olduğunu ilk gün söyledim sizlere. Ben eğitim bilimlerine sonradan
(birilerinin arzusu ile) bulaştım. Şu anda yaptığım iş, içinizden pek çoğunun
sandığı gibi, işin olması gereken bilimselliği ile değil, işin TEKNİSYENLİĞİ
ile ilgili… Bu nedenle yaptığım işten çok haz duyduğumu, yaptığımın işin
ağırlığını hissederek bunun beni ayrıcalıklı kıldığını düşünmüyorum. Aksine,
yüksek lisansımın olduğu “yabancı dil eğitimi” alanında, “söz dizimi” konusunda
kendimi daha yetkin ve ayrıcalıklı hissediyorum…
Mesele kısaca şu; (Bunu seninle birlikte ve burasını okuyan İngilizce,
Beden Eğitimi ve Spor, Müzik, Resim İş, yani cümle branş öğretmenleri
dikkatlice okusun, çünkü onların niteliği ile doğrudan ilgili)
Ülkemde öğretmen eğitimi, 8 yıllık temel eğitime geçişte ortaya çıkan sınıf
öğretmeni gereksinimi karşılamak için yapılandırılırken, yine alandan bağımsız
yapılandırıldığı için, alan eğitimi konusunda biçimsel yeterliği olmayan
programcılar (yani eğitim bilimciler), sınıf öğretmeni branş öğretmeni ayrımı
yapmadan, öğretim bilgisi derslerini, bütün programlara “genel eğitim”
yaklaşımıyla aynı olacak biçimde koydular. Alan eğitiminde duyarlı olmayan alan
eğitimcileri de, ne olup bittiğine bakmadıkları için bunu sorun etmediler… Hala
da etmiyorlar… Mesela bir kahraman çıkıp da, genel öğretim bilgisi derslerinin
branş öğretmeni yetiştirmede ne kadar yararlı olduğunu bir araştırmayla ortaya koymuyor.
Lafı uzatmadan, (birilerine çamur atıyormuş izlenimi oluşturmamak için)
kendimden örnek vereyim: Bir İngilizce öğretmeni, “grammar translation”, “audio
lingual”, “direct”, “silent way”, “communicative” vb. yöntem, yaklaşım (ya da
ilkelerle öğretim gibi) seçenekler varken, öğretmenlik hayatının hiçbir
aşamasında, benim sizlerle paylaşmak zorunda kalacağım “anlatım yöntemi” ya da
“benzetim yöntemi” ya da “iş başında eğitim” ya da “gösteri” gibi yöntemleri
kullanmaz. Kullanmasına da gerek yoktur, çünkü, “benzetim yöntemi”,
sergilenecek davranış ya yaşamsal risk taşıyorsa (cerrahi girişim) ya da çok
pahalıysa (bir tank tahrip roketi patlatmanın maliyeti binlerce dolardır)
uygulanabilir. İş başında eğitim, işyerlerinde kullanılır… Bunların öğretmenlik
mesleki kültürel altyapısı oluşturmanın dışında bir işlevi yoktur ama veriliş
biçimi böyle değildir, sanki ana öğretmen yeterliğiymiş gibi verilir…
Sınıf yönetimi dersleri veriyoruz ve oturma düzenlerinden söz ediyoruz.
Oysa Beden Eğitimi öğretmeni işini ya sahada ya da salonda yapıyor, iş teknik
öğretmeninin atölyede çalıştığı gibi… Resim iş öğretmeni, Müzik öğretmeni,
çoktan seçmeli objektif test yapar mı? Peki neden madde analizini yapıp
yapmamasını yeterlik konusu yaparız? Tıpkı sizlerin içinizde dil yeteneği çok
iyi olanların, dil ve dil öğretimi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan
beceriler aracılığı ile başarısız kılındığınız gibi, biz eğitimciler, kişileri
gereksiz konularla meşgul ediyoruz. Okulda rehberlik ya da psikolojik
danışmanlık yapacak, sınıfta hiçbir zaman öğretimi gerçekleştirmeyecek RPD
bölümündeki arkadaşlarınızın benden “Öğretim İlke ve Yöntemleri” dersini
aldıklarını biliyor musunuz? Bu dersi veren ben, mantıksal gerekçesini
bilmiyorum… (Mefruşatta var ya…)
Materyal Tasarımı konusu ise başlı başına komedi. Dört saatlik ders, ikisi
teorik, ikisi uygulama, alandan bağımsız veriliyor.. Materyal, öğretimde
karşılaştığınız paylaşma sorununu aşmanız için bir araçtır. Kelimeler
kifayetsiz kalır da siz materyalden medet umarsınız. Ama bunun için alanı ve en
önemlisi ALANIN ÖĞRETİMİYLE ilgili sorunları bilmeniz gerekir ki, buna çözüm
önerebilesiniz.
Fransızca bilmeyen ben, Fransızca öğretmenliğinde (üzerinde ne yazdığını
bilmediğim sunuları değerlendirmek durumunda kalmak gibi TRAJİKOMİK bir
durumda) Materyal dersi verdirildim. Bunlar ne yazık ki, yazarken utandığım ama
bu sistemin savunucularının sorun etmediği konular. (Jübileyle ilişkilendirebildin
mi?)
Çok iyi niyetlerle baksam da şunu görüyorum.
Eğitim Bilimlerinin kendi içinde alt disiplinleri var.
Bizlerin (Eğitim Bilimcilerin) verdikleri derslerle uzmanlık alanlarının örtüşmediği onlarca durum var.
(Şimdiki 3’lerden bir grup benden Psikoloji dersi bile almışlardı. Oysa benim
alanım Eğitimde Psikolojik Hizmetler değil)
18 Eylül 2009 tarihli “Fen Edebiyat Fakültelerine Pedagojik Formasyon
(Bireysel Yorumlar) başlıklı yazının içinde turuncu harflerle yazılı kısayollar
aracılığı ile ulaşabileceğiniz yazıları okursan, ne demek istediğimi daha net
görebilirsin.
Bu şartlar altında, kitap meselesi bana göre değil. Benim başlanmış ama
zaman zaman tamamlamak için döndüğümde yüreğime hüzün dolduran bir kitap
denemem var. Onu tamamlayabilmeyi isterim. Ama yapıp yapamayacağımdan emin
değilim…
Kafan karıştıysa şunu düşün.
Bir kadın doğum uzmanına uzmanlık eğitiminde ultrason cihazının nasıl
kullanılacağını mı öğretmeliler yoksa cihazı kullanarak gebeliği izlemeyi mi?
Belki ikisini de, ama, birincisi işin teknisyenliği, ikincisi de işin uzmanlığı
anlamına gelir ki, ben sizlerin konunun uzmanları olmanızı arzuladım hep…
(Ultrason ve benzeri cihazları açmayı kapamayı çalıştırmayı iki üç günlük bir
çalışmayla öğrenebileceğim konusunda iddialıyım ama bunların beni uzman
yapmayacağını çok iyi biliyorum…)
Sen bakma benim üç beş dediğime. Kendini ifşa etmeyen pek çok denizyıldızı
var aramızda.
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
01 Aralık 2009,
22:36 (Düzenle)
Benim canım Abdullah Hocam,
Bu sayfaya bıraktığım 4. mesaj olacak.
Biliyorum bu yazdıklarımız da yarın bir gün belki nostalji defteri ( bunu ben
uyduruyorum şimdi öyle aklıma geldi ya
da 2. bir anı defteri olacak ( ama ben nostalji defteri olmasını tercih ederim
) hani sırf tarihe not düşmek için yazıyorum dersem çok da dürüst olmam sanırım
içimden biraz da bu defteri karalamk geçiyor çünkü nedense hani sizin yanınızda
kendimi çok rahat hissediyorum desem de her e-mailimde bazen diyeceklerimi
unutuyorum işte hazırlanmadan geliyorum herhalde:)
Raflardan bazen tozlu eski defterleri indirip karıştırıp size hesap sorma
moduna geçiyorum neden bize de aynısını yapmadınız diye ama amacım tamamen size
dejavu yaşatmak yoksa bizene siz eski öğrencilerinizle oturup çimlerde çekirdek
çıtladıysanız ya da 2006 yılında sınav cevap kağıtlarına öğrencilerin
fotoğraflarını yapıştırdıysanız ya onlara bağlama çaldıysanız?Artık yaşlandınız
gözleriniz de iyi görmüyor zaten hem merdivenleri çıkarken de zorlanıyorsunuz
böyle fanteziler isteyip yorgun bedeninizi daha da yıpratmak istemeyiz ne
deolsa okulda bize sizin gibi yüreğini açan, öyle koştuğumda sarılmak
istediğimde kollarını açan çok hoca var öyle değil mi?
Çocukça istekler bunlar zaten hani tam bana göre desem yeri…
Geçen hafta sizden tek kazanımım Sümeyye Ablayı tanımak demiştim ama işte her
zamanki triplerim:) tabi sadece bu değil ama en güzel olanlarından birisi çünkü
beni gördüğünde yüzünde gülümseme beliren bir kişi daha kazandım.Fakat dediğim
gibi sadece bu değil ama bugün sizden ” affetmenin dayanılmaz hafifliği ” ni ve
tabi çoluk çocuğa küsülmemesi gerektiğini öğrendim ben sizin yerinizde olsam
benim dediklerimi bir öğrencim dese küserdim ama ne de olsa öğrencim de çocuk
ben de aramızda olur bu tür şeyler öyle değil mi?
Adnan Hocamın yaptığı gibi sizinle kitap sohbeti edemiyorum, kapı zili çalma ya
da su kaynatma gibi yeteneklerim var bir de çok sevdiklerimi triplerimle ”
yıldırma ” gibi bir çok da hoş olmayan bir özelliğim var ama en ufacık
şeylerden bile mutlu olma
gibi beğendiğim bir yönüm var bunları niye mi anlatıyorum?Siz bana bir kere
bile gülümseseniz, yanağımdan bir kere makas bile alsanız, bir kere bile
sarılsanız ben çok mutlu oluyorum ama bir de moodle gibi eğitsel bir yönü olan
ders yönetim sistemine ” TOM ve JERRY ” ya da ” SYLVESTER ” ya da ” ŞİRİNLER ”
gibi böyle birkaç eğitsel video koyarsanız çok daha mutlu edersiniz biz
öğrencilerinizi ya da benim gibi büyümemiş birkaç çocuğu.
Hani biz bunları kendimiz de izleriz yurtta patlamış mısır yerken ama istiyorum
sizin de ders dışında böyle bizi mutlu etmenizi.
Çok şey istedim biliyorum ama siz artık alıştınız bana ya da en azından ben
öyle düşünüyorum.
Bunu bugün söyleyecektim ama baktım siz de trip yapıyorsunuz ben dedim ” AMAN
BOŞVER ” sizden özür dilerim sizi benle dalga geçtiğiniz gibi ağır bir ithamla
suçladığım için ya da aslında genel olarak hala sizi anlamadığım için…
Bazen böyle şair gibi konuşuyorsunuz ya işte ben bu güzel şiirler söyleyen
biricik hocamı hiç kırmak istemiyorum.Size internetten HEDİYE göndermek istiyorum.Linke bakınca
anlaşılıyor da neyse…
Sevgili Şaziye,
Yazdıklarının beni hüzünlendiren bir yanı var ki o da geçmişe duyulan özlem.
Yaşlandığım, merdiven çıkarken yorulduğum, gözlerimin iyi görmediği doğru ve
bunlar gülümseyerek geçmişe teslim edilecek yanlarımız. Bu nedenle bunlar beni
hüzünlendirmiyor.
Senin hesap sormalarına ciddi yanıtlar veremiyor olmak beni üzüyor.
Bunda benim olduğu kadar başkalarının da payı var.
Taner’in mesajına yazdığım yanıtın anafikri şu ki, ben size verebileceklerimi
veremiyorum.
Ya da benden aldığınız şeyler, birazcık işine özen gösteren herhangi birisinden
alabileceğiniz şeyler.
Allah aşkına söyler misiniz, yeni ne var sizinle paylaştığım?
Birilerinin işini tam olarak yapmıyor olması, göreceli olarak bazılarınızın
gözünde kahraman yapıyor beni…
Oysa tozlu raflarda kalan günlerde yaptığımız iş bizi farklı kılıyordu.
Pek çok kişinin bilmediklerini bilen insanlar yapıyordu bizleri.
Benim hüznüm bundan… Oysa bildiklerimi paylaşmak için kendi payıma düşeni yapıp
bir seçimlik ders açmak istemiştim. İstenmedi…
O nedenle bu konulara girmek istemiyorum. Kaçamak yanıtların nedeni bu…
Sizlerin arasında kendimi çok çocuklu bir baba gibi hissediyorum.
Yaşından olgun olanlar, idealistler, boşvermişler, büyümemişler… Ama hepsi
benim çocuğum…
Her birinizin farklı bir yanı, farklı bir tadı var benim için… Bir baba
çocuğuna küsmez. Gerekiyorsa DÖVER…
Sen buna ermek için kendi sınırlarını zorlamaya devam et
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
Bu da benim HEDİYEM olsun mu?
02 Aralık 2009,
00:36 (Düzenle)
selamlar öğretmenim..
sizinle paylaşmak istediğim bir şiirim var..sabredip okursanız,yorum yaparsanız
çok sevinirim..
memlekete yolculuk
bugün uyuşmuş kanadım,uçamayınca anladım.
çırpınmak istedim,çok ağrıdı her yanım..
kösele gibi olmuş
taş gibi olmuş bedenim,koşamayınca anladım..
gitmek için yola çıkacaktım,
bu gün uyuşmuş kadadım uçamayınca anladım.
beyaz kelebeklere mahpus dağlarım,
aşamayınca anladım..
memleket uzakta heyhat,
ayaklarım gitmez olmuş,adım atamayınca anladım..
anladım ki bir engel var arada
suçu ne bulmak gerekir kelebeğe,nede kanada.
bir anahtar var,bir ilaç var benden içeri,
aradım,aradım..
kaybetmişim sanırım,,bulamayınca anladım..
dallara ak yosunlar sarılmış,
serçeler yuvasına darılmış..
istenilen her hedefe umutla varılmış,,
meğer benim umudum hastalanmış,,
yorgan döşek yatar görünce anladım..
memleketime varmak istedim,
kanatlarım gitmiyor,umudum hastalanmış
takatim yetmiyor,,
bir el hissettim omuzlarımda,,
bedenime can varınca anladım..
memleket bende,can cıkmamış daha bedende,
bacalar tüter,ocaklar harlı
üşümüyorum ne kadar olsada her yan karlı,
tüten ocağa ateş olunca anladım..
anladım eksikliğinizi,
ne kadar çok sevdiğinizi bizi.
sizi var eden içinizdeki sizi,
AL BAYRAĞIMI semada görünce anladım..
inşallh amatör kalemimi beğenirsiniz…
bu akşam biraz neşem yok öğretmenim,sbs ye hazırlamak istedğim öğrencilerimden
uygun veriler alamıyorum,,piaget,watson,Torndike,Bacanlı,freud,skinner
,Küçükahmet bana bu konuda yardımcı olamıyorlar,benimde kanatlarım
donmuş,çözemiyorum,,yardımcı olur muusnuz…bir baba,bir öğretmen,bir rehber
olarak bu grubu nasıl daha iyiye götürebilirim…potansiyel var,ama motive
yok,dış çeldiriciler iç motivayonu kemiriyorlar,ve gerçekten zeki öğrencilermi
hedeflerine tam,kilitleyemiyorum..nereden başlayayım…hemen hepside
memur,esnaf,sosyo-ekonomik durumları iyi olan çocuklar,ama dedendir bilmiyorum
hedefimizdeki memleketlerine varmak için azimleri yok..nereden başlayım..
ellerinizden öpüyorum…
(ben ingilizce öğretimi bağlamında değil genel rehberlik ve tümderslere motive
bağlamında acil yardım istiyorum..eellerinziden öprem..)
Sevgili Adnan,
Sanat konusunda yetkinliğim tartışılır. Okuyucuyum. Şiirini de büyük bir
beğeniyle okudum. Zaten bu konuda yeteneğinin olduğunu biliyordum. Sizlerden
çok önceki dönemlerde Yusuf Kurtuluş Türkoğlu adlı bir ağabeyiniz de bu işlere
meraklıydı. Bildiğim iki şiir kitabı var şu anda. Bazı şiirlerini BURADAN okuyabilirsiniz… Belki sen de bir
kitabınla şiirlerini paylaşırsın şiir sevenlerle kim bilir… Bir düşün istersen…
Ama benim burada sözünü edeceğim konu olayın daha farklı bir yanı.
Eğitimde BÜTÜNLÜK ilkesinden söz ederken, “insanı sadece zihnini işe koşan bir
işlemci” ya da “söken, takan, kaldıran, vidalayan bir makine” olarak görmemek,
bunların yanı sıra ve bunlardan daha da önemlisi, “DUYGULARI olan, seven,
üzülen, kırılan, mutlu olan bir varlık olarak görmek gerek” diyoruz. Bunu
görmek için bizim de bu yönümüzün farkında olmamız gerekiyor ki, senin, zaman
zaman şiirlerinle, güzel yazılarınla gösterdiğin bu yanının, sağlam öğretmen
olmanda çok önemli bir payının olduğunu düşünüyorum…
Gelelim diğer konuya… Çocuklarımızın öğrenmeye isteksiz olmalarının pek çok
nedeni var Adnan…
Eğitim çok kapsamlı bir süreç ve senin müdahale edebileceğin, bu sürecin
sadece minicik bir bölümü. (Ama bizi bu işten yıldırmayan en önemli faktör,
bunun bazen bir kıvılcım gibi olabilmesi… Hani bir minicik kibrit alevi,
binlerce hektarlık bir ormanı yakar ya, işte öyle bir şey…)
Bir kere çocuklar senin rahle-i tedrisine kadar “öğrenmekten zevk
aldıkları” bir öğrenme ortamında bulunmamışlar ki… Tepelerinde birileri, “ders
çalış”, “oku”, “ödevini yap” diye mütemadiyen emretmiş ve süreç “kendileri için
öğrenmekten” çıkıp, “birilerinin zorunlu talebini gerçekleştirme” angaryasına
dönmüş. Nasıl ki bir bebeğe zorla mama yedirmeye kalktığında bağırıp çağırıyor,
isyan ediyorsa, çocuklar da öğrenmeye karşı benzer bir tepki sergiliyorlar.
Öğrenmenin, bilginin “açlığını” hiç hissetmemişler ki… Bizimki gibi, bilginin,
kültürün para etmediği toplumlarda bu açlığın hissedilmesi de oldukça zor hani…
Veletlerimize sadece “yiyecek açlığı” hissettirebilmişiz. (Maslow Amca’ya selam
olsun)
Benim arkasında durduğum bazı konular var Adnan.
Birincisi, kimse kimseye bir şey öğretmez, ancak öğrenme talebi olanların
öğrenmelerine olanak sunabilir. Bu da, öğrenende “öğrenme talebini oluşturmak
zorundayız” anlamını taşıyor. Bunun yolu da, öğrenilecekleri, öğrenenlerin
bireysel hedefleriyle ya da beklentileriyle bir şekilde ilişkilendirebilmekten
geçiyor. Bunun için de çocukları yakından tanıyacaksın. Hayattan ne
beklediklerini, nelerden hoşlandıklarını bileceksin. Gerekirse (işbirliği
yapılabilecek olan) velilerle irtibata geçeceksin…
İkincisi, öğrenme demek, önceki öğrenmelerle ilişkiler kurmak demek. Ancak ve
ancak bu şekilde yeni öğrenilenler, öğrenen için anlamlı olabilir. Bu eksiklik
bizde, “eksik ön koşul öğrenmeler” olarak fazlasıyla yaşanmakta. Sorun biraz da
ölçme değerlendirme sistemindeki aksaklıklarla ilgili. Ölçme değerlendirmenin
gerçek amacı, kişileri notla sınıflandırmak değil, “süreçte neyi ne kadar
yapabildik?”, “neler kaldı?” ve “neden kaldı?” sorularına yanıt
getirebilmektir. Ancak böylesi bir yaklaşımla, bir kademeden öteki kademeye
yollanan çocuklar izleyen kademenin gerektirdikleriyle donanmış olarak
yollarına devam edebilirler. Bu olmayınca, öğrenilecekler çocuklar için anlamlı
olmuyor.
Önkoşul öğrenmelerin yanı sıra yapılan işler çocukların bulundukları gelişim
alanlarını gelişim aşamalarıyla uyumlu olacak. Somut işlemlerdeyse
soyutlamalarla uğraşılmayacak. Çocuk gelenek öncesi düzeydeyse, evrensel
ahlakın işlemeyeceği bilinecek.
Öğrenme ortamındaki paradigmalar da değişmeli Adnan. Çocuklar sınıfta
kendilerini güven içinde hissetmeliler. Çocuk sınıfta öğretmenini “ya kendisine
yardım eden, kendinde yana biri olarak görür ya da kendisini ateş çemberinden
atlatmaya çabalayan eli kamçılı bir terbiyeci olarak görür. Eli kamçılı
terbiyecilerin yöntemi, o zaman kesitinde, çok güzel işler işlemesine de sonra
bunun faturası sana bana çıkar. Senin sınıfındaki özgürlüğü kaldıramaz bu kez,
önceki öğretmenine sergileyemediği davranışları, sanki onaymışçasına sana
sergiler ve seni de önceki gibi davranmaya zorlar. (Burada pedagojik taviz
girer devreye. Sen de sabırla kendinin, onun eski öğretmeni olmadığını
anlatmaya çalışırsın…)
Gördüğün gibi işimiz zor.
Çünkü yaptığımız iş, olması gereken işimizin gerektirdiklerine ek olarak, işine
saygı duymayan ve işini bilmek istemeyen “birilerinin pisliğini temizleme” gibi
bir angaryayı da içeriyor.
Bu yüzden kendi kendime hırlıyorum burada öğretmen eğitimi çok önemli diye.
Örtmenciklerin yaptıkları iş sadece kendileri bağlasa BANA NE diyeceğim de,
diyemiyorum işte. Bir de yönetimler bu işi sallamayınca iyice delleniyorum…
Daha fazla dellenmeden noktayı koyalım… Allah sana ve (senin sorunlarını
hissedebilen) cümle öğretmenlere sabırlar versin. Bu arada diğer kardeşler de
bu ve benzeri sorunlara karşı çözüm önerilerini, görüş ve düşüncelerini paylaşabilirler.
Paylaşmalıdırlar da…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
02 Aralık 2009,
12:50 (Düzenle)
teşekkür ederim hocam…
bir olay sanki burada olayı kendiniz yaşamışçasına ancak bu kadar güzel
anlatılablirdi… yazınızn bir iki noktası tam kanas atışı yaptı hocam
sorunumda…o bölümler:
”Bir kere çocuklar senin rahle-i tedrisine kadar “öğrenmekten zevk
aldıkları” bir öğrenme ortamında bulunmamışlar ki… Tepelerinde birileri, “ders
çalış”, “oku”, “ödevini yap” diye mütemadiyen emretmiş ve süreç “kendileri için
öğrenmekten” çıkıp, “birilerinin zorunlu talebini gerçekleştirme” angaryasına
dönmüş. Nasıl ki bir bebeğe zorla mama yedirmeye kalktığında bağırıp çağırıyor,
isyan ediyorsa, çocuklar da öğrenmeye karşı benzer bir tepki sergiliyorlar.
Öğrenmenin, bilginin “açlığını” hiç hissetmemişler ki… Bizimki gibi, bilginin,
kültürün para etmediği toplumlarda bu açlığın hissedilmesi de oldukça zor hani…
Veletlerimize sadece “yiyecek açlığı” hissettirebilmişiz.”
”Senin sınıfındaki özgürlüğü kaldıramaz bu kez, önceki öğretmenine
sergileyemediği davranışları, sanki onaymışçasına sana sergiler ve seni de
önceki gibi davranmaya zorlar. (Burada pedagojik taviz girer devreye. Sen de
sabırla kendinin, onun eski öğretmeni olmadığını anlatmaya çalışırsın…)”
o kadar iyi anladım ki; gerçekten teşekkür ederim,vicdan azabı
içerisindeyim,müfredat yazılmış,müfredata göre kitaplar ve konular ünitlerle
verilmiş,
haftalar belirlenmiş,,kazanımlar belirlenmiş,,,konular gerçekten ergenlerin
lgisine göre seçilmeye çalışılmış..
ama bişey unutulmuş hocam..onlar çocuk,,nefes alma zamanı verilmemiş,,çocuklar
dinleme metni verilmiş materyal,makina yok,,vb vb..sadece verilmiş,,
ben olabildiğimce sınıfta özgr,rahat bir öğretmen olmaya çalışıyorum
çocuklardan Oğuzhan gibi zeki olanlar var ama onlarıda çalışması için
döven,karşılaştıran ,babaları var,,,
bu yazınız gerçekten beni yüreklerndirdi,saolun iyiki vardınız dün akşam,inanın
bu gün kahvaltısız gittim okula,bu düşünceler moralimi çok bozdu,,sizin tam
isabet ettiğiniz gibi,bir sohbet yaptım çocuklara ve onların dilinden onalrı
anlattım neler çıktı neler,öğretmenlerine kinleri,ailelerine
tavsiyeleri,,derslere eleştirileri,vs,vs,,,ve torbama koydum sorunları bakalım
çektiğim sorunlara çözüm nasıl üretebileceğim…
saolun,,,ellerinizden öperim…
Abartıyorsun Adnan,
Sen, sana sunulan seçeneklerin bir değerlendirmesini yaptın, bir adım attın ve
“sorunun teşhisi” gibi doğru bir yerden başladın. Şimdi çözüm için bilgi
toplayacak, olası çözüm yolları üretecek ve bunlardan hangisinin ya da
hangilerinin sorunun çözümüne katkı getireceğini sınayarak, çözümler
üreteceksin. Gördüğün gibi bunlar SENİN ADIMLARIN.
Adnan böyle bir sorunu hissetmeseydi, çözüm arayışında hocasına yazma gibi bir
adımı atmasaydı, ya da yazılanları söylenenleri kendi bilişsel örüntüsünün bir
parçası yapmasaydı, ne yapabilecekti ki bir garip Abdullah Can.
Bu nedenle sizlerle gurur duyuyorum…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
02 Aralık 2009,
23:01 (Düzenle)
Merhaba Hocam,
Dilekçenize geç de olsa bir cevap aldığınız için gerçekten sevindim. Bir iş
yapılmış ama doğruluğu tartışılır tabi, sizin açıklamalarınız da durumu bütün
gerçekliğiyle ortaya koyuyor zaten.
Sevgili Şaziyeciğim’e buradan sesleniyorum. Zaman su gibi akıp gidiyor, ve
her geçen saniyede insanın geçmişe duyulan hasreti katbekat artıyor. Biz kader
kurbanıyız sanırım. Rahle-i tedristen geçen diğer öğretmenlerimiz gibi şanslı
olamadık ne yazık ki. Geçen dönem bir umut düştü yüreğime- bir yürek sızısını
dindirebilirim diye düşündüm; inandım, kendi çapımda mücadelesini verdim. Peki
ya sonuç? Şaşkın bakışlar, sen normal değilsin imaları elimde kalan tek şey
oldu. Bazı şeylerin büyüsü bozulmuş ne yazık ki. O sebeple çekirdek çıtlatma,
bağlama çalma, kalpleri fethetme günleri mazide kaldı. Tekrar diriltmek istesek
de o günleri, eski tadı almak mümkün değil! Sebep ise çok açık: değişen öğrenci
profili ( 21 Kasım’da durağa yürürken konuştuklarımızı anımsayabiliyorsun değil
mi?). Abdullah Hoca fikir insanıdır, onu öyle herkes kolay kolay anlayamaz. Sen
onu anlamaya başladın bence ama çaktırmıyorsun J. Seni kardeşim gibi
gördüğüm gibi söylüyorum, ondan bir dönem ders almadığın süre zarfında, sana
neler katmış olduğunu çoook iyi bir şekilde idrak edebiliyorsun.
Ve Abdullah Hocam, “Bu arada diğer kardeşler de bu ve benzeri sorunlara
karşı çözüm önerilerini, görüş ve düşüncelerini paylaşabilirler. Paylaşmalıdırlar
da…” söyleminize dayanarak ben de nacizene bir görüş paylaşmak istiyorum. ( Ki
normal de bu konuda yorum yapmak haddime değil asla! Daha sahnenin seyirci
kısmındayım, spot ışıklarına çıkamadığım için deneyimlerime ve okuduklarıma
dayanarak bir şeyler söyleme cesaretinde bulunuyorum.)
Adnan Hoca’nın yazdıklarından ne kadar başarılı, fedakar, azimli bir öğretmen
olduğunu anlamamak mümkün değil. Nerede görev yaptığını, okulun ve okulun
bulunduğu yerin fiziksel durumlarından bihaberim. Nasıl ki fiziksel olarak
yorgun düştüğümüzde hemen bir dinlenme ihtiyacı duyuyorsak; ruhsal olarak
yorulduğumuzda aynı ihtiyacı hep göz ardı ediyoruz. Bahsedilen öğrenciler daha
ilköğretim öğrencisi. Oyun oynayacakları çağda sınav stresini, gelecek
kaygısını iliklerine kadar hissediyorlar. Kuzenim şimdi 8. Sınıfta, geçen yıl
geceleri uyuyamıyormuş. Çektim bir kenara konuştum üslubunca. Ağzındaki baklayı
çıkardı. “Stresten Sümeyye Abla, şimdi derslerim iyi ama hep korkuyorum ya
SBS’de başaramazsam diye” bana dert yandı. Aileden de bir baskı falan görmüyor
asla. Aldım onu yanıma, beraber sinemaya gittik, beraber yemek yedik, okuması
için kitap aldık. Hiç adetim değildir ama mutlu olsun diye beraber bilgisayar
oyunu oynadık. Akşam teşekkür etti çok rahatladığını söyledi. Genç bir öğretmen
adayı edasıyla sordum “İngilizcen nasıl, var mı bir problem falan?”. Hemen
şakıdı bizimki, “şu konuyu anlamadım, hoca şurayı anlatamadı falan.” Hemen
otuduk bir yarım saat derste çalıştık. Verimli bir gün geçirdik beraber.
Bunları şunun için anlattım: Bu minik yürekler yaşlarının ötesinde çok
ciddi bir yük altına giriyorlar. Duyuşsal olarak bir çok ihtiyacı göz ardı
edilen öğrenciler. Eğer kısa süreli bir motivasyon düşüklüğü söz konusu ise,
öğrencilerle beraber sosyal bir faaliyet gerçekleştirebiliriz. Mesela bir ders
saatini sevecekleri bir film izlemeleri için ayırabiliriz. Eğer öğrencilerin
maddi imkanları uygunsa bir sabah kahvaltısına gidebiliriz. Veya beraber
sinemaya gidebiliriz. Böylelikle öğrenciler Adnan Hocalarıyla geçirdikleri
güzel bir günün anısına derse daha motive olmuş bir şekilde başlayabilirler.
Ama dediğim gibi kısa süreli bir çözüm sanırım.
Öğrenci için İngilizce bir bedel ödüyorsa anlamlı. SBS’de çıkıyor olması,
öğrenci için ingilizce’yi farklı görmelerine sebep oluyor mutlaka. Belki dersin
son 15 dk’sını SBS üzerine çalışma yaparak tamamlayabiliriz ama bu biraz
şartlandırmaya giriyor, o sebeple tartışmaya açık tehlikeli bir boyut
Bir çivi bile gün geliyor işe yarıyor. Basit bir düşünce bile ne işlere
yarar niyetiyle paylaşmak istedim bende.
Allah öğretmenliği severek, saygı duyarak yapan herkese güç kuvvet versin!
SAYGILARIMLA…
Sevgili Sümeyye,
Şaziye’ye notlar bölümünde yer alan saptamaların çok doğru. Bu koşullarda,
benim için en makul olanı durumu kabullenmek. Hani o güzel duada vardı ya,
“değiştirebileceklerim için güç” ,”değiştiremeyeceklerime de katlanma gücü ver”
diye, bizim seçenek baştan beri belliydi de ben biraz da işime öyle geldiği
için oyalanıyordum…
Diğer konu önemli…
Daha mesleki yaşamın başında olan siz öğretmenler artık “işi doğru yapma”
paradigmasından sıyrılıp “doğru işler” yapmaya doğru yelken açıyorsunuz. Bunu
bir gereksinim olarak hissedip bunun arayışı içine giriyorsunuz. Bunun
“biçimsel olmayan” denemelerinin sonuç verdiğini görmeniz, bundan sonra
yapacaklarınıza yol gösterecek ve sizleri daha da çok isteklendirecek. Bu
anlamda, bu tür deneylerden kaçınmayın. Merak etmeyin, çocuklara zarar verecek
birşeyler yapmıyorsunuz, sadece (önceden denenmiş) bir takım seçenekleri test
ediyorsunuz. Keşke tüm kardeşler deneyimlerini paylaşsa…
Sevgili Sümeyye, bu paylaşımın için teşekkür ediyor, sevgiyle gözlerinden
öpüyorum. (Özel eğitimde de başarılar diliyorum )
08 Aralık 2009,
21:59 (Düzenle)
selamlar hocam…
soğuk algınlığı ve gripten başımı alamıyorum bir kaç gündür,sizden uzak
olsun,,bir girip okuyayım dedim kardeşlerimin yazılarını ve sizin
yorumlarınızı…okudukça şunu anlıyorum ;yazan kardeşlerim gerçekten bizlere
buada umut veriyorlar…hayatın ta kendisinde hayattan mesaj almak bu sanırım..
merak ettim Oğuz CAN hangi okulda ve ne yapıyor şimdi,,,istanbulda mı okuyor du
delikanlı?
hayırlı akşamlar …elleriniziden öpüyorum..
Geçmiş olsun Adnan,
Sağlığına dikkat et. Her şayin başı sağlık, biliyorsun…
Kardeşler umut veriyor. Ancak (bu konuda nitelik nicelik tartışması olur mu
bilemiyorum ama) umut veren kardeş sayısını bilmiyorum. Gördükçe mutlu
oluyoruz.
Oğuzhan Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesinde…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
11 Aralık 2009,
13:03 (Düzenle)
değerli hocam ben anadolunun ücrabir köşesinin seviyesi son derece kötü bir
anadolu lisesine görevlendirildim.burada idarecilere ingilizcenin bir dil olduğunu
bulmaca çözmek demek olmadığını anlatmak için uğraşıyorum. ve artık sıkılmaya
başladım. sizin gibi işin ciddiyetinin farkında olan eğitimcilerle bir arada
olmayı çok özledim. umarım ben veya benim gibi düşünenler eğitimin kaderini
belirleyecek kademelere bir şekilde geliriz ve bunları anlatıp uygulayabiliriz.
halen eğitim gören tüm öğrencilere bu konuda dik bir duruş sergilemeyi tavsiye
ediyor ve saygılarımı sunuyorum. ayrıca anketinize katılmayan meslekdaşlarımı
da tüm içtenliğimle kınıyorum.
Sevgili Orhan, senden haber almak ne güzel…
Keşke haberler de bu denli güzel duygular yaşatabilseydi bana. Ama (ne yazık ki
ülkemin bir gerçeği olan) bu tablo, çok da yabancısı olduğumun bir tablo değil…
Mesleğin daha başındayken, bulunduğun yer itibarıyla tam bir bıçak sırtındasın.
Bir yanda okulda eğitimini aldığın, hazırlandığın ve doğal olarak beklediğin
bir mesleki yaşam profili, diğer yanda da yüzleştiğin gerçek.
Ama sizler, bu olanların yanı sıra, olması gerekenleri biliyorsunuz.
Hatta fırsat verildiğinde, “işi doğru yapma” paradigmasını “doğru iş yapma” ya
dönüştürebilecek yetkinliktesiniz.
İnsanız, sıkıldığımız yorulduğumuz anlarımız olacaktır, hepimizin oluyor. Ama
önemli olan kontrolü yitirmemek, bir boşluğa düşmemek.
Sevgili Kardeşim,
Öğretmenliğin güzel bir yanı var. Olanaklar sınırlı da olsa, çevrendeki
insanlar seni anlamasa da, sen sınıfına girip, öğrencilerini karşına alıp,
kapını da kapattıktan sonra, öğrencilerinle baş başa kalıp, kısmen de olsa,
isteklerini gerçekleştirebiliyorsun. Sonra, sen sistemdeki yanlışları
değiştiremezsin, bu nedenle lütfen sistemin aksaklıklarını düzelteceğim diye
yola çıkma. Bu “öğrenilmiş çaresizliğin” en ölümcül virüsüdür. Bizim amacımız,
birey olarak, (Orhan olarak), doğrudan yana tavır koymak, tercihimizi doğrudan
yana yapmak olmalı. Bir gün Orhan’lar çoğaldığı vakit, hep birlikte göreceğiz
ki, işler yoluna girmeye başlamış.
Ben bu sayfayla sizleri birbirinize bağlamak istiyorum. Birbirinizden destek
alın, güç alın istiyorum.
Sen ve senin gibiler, yaşantılarınızı bizlerle paylaşırken, arkadan gelmekte
olanlara, onları nelerin beklediğini de gösteriyorsunuz. Bu anlamda
paylaşımların benim ve buralarda dolaşan öğretmen adayları için çok ama çok
önemli. Her ne kadar ankete yanıt verecek yeteri kadar kardeşimiz çıkmadıysa
da, arkadan gelen, mesleğe gönül vermiş deniz yıldızları var. Onlar için
birşeyler değiştirebilme adına, umudunu yitirme lütfen.
Çok sıkılırsan, çok bunalırsan ben, bizler buradayız.
Unutma, acılar da mutluluklar da paylaşılınca güzel oluyor.
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
11 Aralık 2009,
20:47 (Düzenle)
hocam bugunki konustugumuz soruda acaba bütün keseleri tek tek teraziye
koymak ya da hepsini koyup teraziden tek tek almak olabiir mi???? öteki sorunun
cevabı da baslangıctaki aralarındaki mesafenin
Bakıyorum, problem seni sarmış… Evet Öykü, istersen bir kese, istersen
birden fazla kese ya da başka bir kombinasyon. Koşul, terazide tek bir tartım
yapmak. Yani kefenin birisinde tartılacaklar, diğerinde de onu dengeleyen
ağırlık(lar) olacak. Ancak, keseleri teraziden almak birden fazla tartım olur.
İkinci soru için sadece
Sevgiyle…
12 Aralık 2009,
03:10 (Düzenle)
hocam ya ben onu terazi olarak düşünmedim e teknoloji görmüş gençlik
dijital tartı gibi gramajını veren bi tartı gibi düşündüm şimdi pazartesiye
kadar düşüneyim ondan sonra da bilemezsem mecbur cevabı isteyecegim
sizden:(umarım bulabilirimmm
Tamam Öykü, senin dediğin gibi olsun.
Elektronik tartının üzerine bir kereliğine bir şey ya da birşeyler
koyabilirsin. Sayısal göstergede okuyacaklarına bakarak da sorunun çözümünü
söyleyebilmen gerekiyor…
Sevgiyle…
12 Aralık 2009,
22:47 (Düzenle)
sayın modelim…
üzüm üzüme baka baka olgunlaşırmış hocam…tabiri yerindeyse bizde size baka baka
olgunlaşabiliriz umarm…sizin ana sayfada paylaştığınız eğitim tüccarlığı ve
matematik öğretimi ile ilgili yazılarınızı okudum…sizden kaynaklanıyor olsa
gerek ki bende sizin düşündüklerinize benzer ifadelerde bulunuyordum
öğretmenler odasında vb..yerlerde..
sizin yazdıklarınızı yanlış anlamadıysam söyşle diyebiirim,,ben
ilköğretime(devlet okuluna) atandığım ilk yıl eylül ayında 8.sınıfa gelmiş olan
öğrencilerimden BAZILARIYLA SBS KONUSUNDA KONUŞURKEN bana dediler ki hocam biz
fen yapamıyoruz,mat hele hiç anlamıyoruz,,,dedim nasıl anlamazsınız en azından
siz,sizin seviyenize uygun problemlerin yarısını çözebiliyor
olmalısınız,,,hayır dediler,,,neyse zamna geldi geçti bir gün derse girdim
bunlar 2 saat sonra matematikten sınaw olacaklarmış,dediler hocam biz
yandık,,,niye ya dedim,,bir konuyu hiç anlamamışlar,dikdörtgenler prizmasının
hacmini hesaplamayı bilmiyorlar mış,,,dedim siz bana formülü gösterin ben size
anlatayım,,,hemen bir meyve suyu kutusu bulduk sınıfın çöpünden:),,,formülü
asetat kalemiyle yazabildiğimiz kadarıyla yazdık üstüne ve bir kaç soru
çözdük,,,bu arada bende öğrendim konuyu onlarla..:) neyse sıana girmişler 10
puanlık soru çıkmış bu konudan neredeyse sınıfın yarıdan çoğu bizim yaptığımız
etkinliği tekrar hayal ederek yapmışlar soruyu…geldler hocam siz matematiğimize
girin çok zevkli oluyor die…sonra fen dersine gelelim,üç tane babyiğit öğrencim
var okulun şartlarına göre iyi öğrencilerdi,,ama fen öğretmenleri
müdürümüz…malum derslere pek giremiyor bende bu öğrencilerin sbs
rehberiyim,,,fen bilgisinden en yi yaptıkları zaman 3-5 tane doğru
yapıyorlar…bunlarla bir çalışma planı hazırladık,,inanır mısınız hocam hergün
ders çıkışı yarım saat rehberlikle ve motivasyonla 13-14 net yaptılar sbs de…
ben bunları ne için anlatıyorum :Şöyle ki bir öğretmenin (bu benim kanaatim)
müthiş derecede hayal gücüne ve yeteneğe gereksinimi var ortamda…advertorial
falan bana göre hikaye işler…aquire ortamında unconcious learnıng sağlamak için
bu gerekli…KUANTUM ŞİFRESİ adında bir kitap okumuştum üni.yıllarımda,,orada
nano makinelrden ve iki arkadaştan bahsediyorlardı,bir atnesi mütiş bir mat ve
fizik zekasına diğeride aynı yetenek haricinde ikna kabiliyetine sahipti,,,ikna
edici olan kahramanımız yazılım programlarını satarken müşterinin ne istediğini
önceden kestirip o yönde telkinler ve yollar deniyor ve ürünü pazarlıyordu…
bizim okullarımıza girerseniz,öğretmenlerimiz öğrencilerimzin ne istedikleri
yada neyle öğrenebilecekleri ni asla görmüyorlar,,sınıfa girince amaç konuyu
yani deftere yazılan ve yıl sonunda birlmesi gereken konuyu bitirmekle
uğraşıyorlar sanırım…yada hepimiz öyle mi yapıyoru ne? aslında evet o müfredat
tamamlanlamlı ama öğrencilerin istedği gibi…yada onalrın öğrendiği gibi,,,,bir
ders ortamı paylaşayım hemen:GEÇEN HAFTA INTERRUPTED ACTIONS ,,WHEN,,WHILE
öğreniyoruz çocukalarla,,,ya inanın o kadar basit(bu bence tabi,kendimce basit)
konuyu anlayamadılar,,bin yol denedim olmadı…sonra birden öğrencinin birinin
elinde bir balon gördüm,,bir tanesindede selpak mendil…aldım onalrı kızmış bir
edayla..sınıf hemen kulak kabarttı bize,,şimdi kızacak öğretmen die…7
dakikada,,inanın 80 dkikada yapamadığımız etkinlikleri yaptık ben rol
yaptım,cümleler onlardan çıktı,,,öyle güzel oldu ki şimdi en kötü öğrencim bile
o konuyu biliyordur…:):) anlatacak çok şey var hocam ama olmuyor…
sadete gelirsem şunu diyebilirim,,eğitim fakütelerimizde o kadar
DR,YR.DOC,DOC,PROF VARKİ GENEDE MİLLİ EĞİTİM BAKANIMIZ HUKUKÇU VB MESLEKLEREDEN
SEÇİLİYOR,,,SANIRIM EĞİTİMCİLER BROKRAT OLAMIYORLAR DA ONLARDAN OLUYOR…EĞİTİMİ
EN İYİ EGİTİMCİ ANLAMAMZ MI HOCAM ? DİYECEKLER VARDIR BELKİ,DANIMANLAR,TALİM
TERBİYE KURULU VS,HEP EĞİTİMCİ YA,,,ÖYLE AMA BAKANDA EĞİTİMCİ KÖKENLİ OLSA
OLMAZ MI?
BANA DAMDAN DÜŞENİ GETİRİN DEMİŞLER YA,,İŞİ O İŞTE PİŞEN DAHA İYİ BİLMEZ Mİ?
FAZLA ÇENESİZLİK ETMEK İSTEMİYORUM,,,OKURKENDE SIKAMYIM SİZİ;
SONUÇ OLARAK DİYEBİLİRM Kİ,ÖĞRETMENLİK İŞİ BİR İŞ DEĞİLDİR YAŞAM FELSEFESİ VE
VAROLUŞTUR BENCE,,,,
REKLAMLA ,FİLMLE OLMAZ O İŞLER AKTÖRLER DİREKT ÖĞRENEN VE ÖĞRETENLERDEN OLUŞAN
BİR HAYATTIR ÖĞRETMENLİK..
ELLERİNİZDEN ÖPÜYOR VE BAKA BAKA KARARMAYA DEVAM DİYORUM SAĞLIKLA VE MUHABBETLE
KALINIZ.
Sevgili Adnan,
Yazdığın gibi, olaylar ortada.
Suç bizde.
Yaptığımız işe sahip çıksak, yaptığımız işi daha bir profesyonelce yapsak, işte
o zaman farkımız olur ve bu farkı gören birileri de (biz nasıl ki, “DU BEN
AAPIYİİM” [daha konuşmayı yeni söken küçük çocukların, olur olmaz her şeye
"dur ben yapayım" diye atlamalarını ifade eden söylemdir] diye
apandisit ameliyatına kalkışıp hekimlerin işine karışmıyorsak) bizim işimize
karışmaz diye düşünüyorum…
Bunu, buna kafa yoran sağlam öğretmenler değiştirecek bir gün.
Demedi deme Adnan…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
13 Aralık 2009,
22:08 (Düzenle)
sayın modelim…
Abdullah Hocam izninizle sizin bu güzide mekandan öğretmen arkadaşlarıma
akıllarına gelebilecek her türlü öğretme tekniğiNİ ,oyunu,vs.vs…buradan
paylaşmaları konusunda ricada bulunmak ve paylaşımdan doğacak lezzeti paylaşmak
istiyorum …ŞİMDİDEN HERKESE TEŞEKKÜRÜ BİR BORÇ BİLİYORM,…
BAKA BAKA KARARMAYA DEVAM…
ÖPING FROM YOUR HANDS WITH ÖZLEM…
Biz de arkadaşlardan, kardeşlerden çağrına yanıt bekliyoruz Adnan…
Sevgiyle…
13 Aralık 2009,
22:09 (Düzenle)
Nedim BAL’dan saygı ve selamlar…
2009 çıkışlı ingilizce öğretmeniyim. Tekirdağ Şarköy’e atandım kadrolu olarak
hocam. Sizden bir dönem Öğretim Teknolojileri ve Materyal Geliştirme dersi
almış olmama rağmen paylaşılan kişisel bazda fazla bir bilgi olmadığı için
hakkınızda öyle ya da böyle yorumlar yazamıyacağım. Ancak Eğitim konusunda ne
kadar dertli biri olduğunuzu hesaba katarak ve eğitim fakültenizde 4 yılımı
geçirmiş bir öğrenci olarak belirtmek istediğim bir konu var: İngilizce
öğretmenliği bölümünde lütfen daha gerçekçi ve sorunlara çözüm üreten dersler
anlatılsın. Ütopik bir takım fikirler ve sınıf ortamlarıyla hayatla yakından
uzaktan hiç bağdaşmayan öğrenci tiplemeleri bizim karşılaştıklarımız değil.
Eğitim fakültesinde kendilerinden ders aldığım hocalarımı sevgiyle anarken
onlardan sırf ders anlatmak değil “Türkiye’nin gerçekte nasıl bir öğretmene
ihtiyacı var? Acaba bir öğretmenin var olan olanakları nelerdir ve bunlarla
neler yapabilir gibi soruları kendilerine sorup, sırf yabancı eğitim
bilimcilerin görüşlerini anlatıp benimsettirmek yerine bunları Türkiyedeki
koşullarda nasıl uygulattırabiliriz?” gibi sorulara,(elbette çözümler aranmaktadır
şüphesiz) üstüne basa basa tekrar söylüyorum “GERÇEKÇİ” çözümler getirmelerini
temenni ediyorum.
Sevgili Nedim,
Sizlerin değerlendirmeleri, bizim yapmaya çalıştığımız işin ne denli yerinde ve
ne denli işlevsel olduğunun (YA DA OLAMADIĞININ) en somut göstergesi.
Eğer öğretmen eğitimini önemsiyorsak, bu iş için BİRLİKTE çaba sarfedeceğiz ve
gerekiyorsa herkes kendi payına, elini taşın altına sokacak.
Şimdi, eğer gerçekten birşeyler yapmak istiyorsan Nedim,
1-Lütfen sistematik bir değerlendirme yap,
2-Nelerde zorlanıyorsun, nelerde sıkıntı yaşıyorsun, somut olarak (konu,
bağlam, iş) ortaya koymaya çalış
3-Bizlere neler öneriyorsun, olabildiğince açık olarak ifade etmeye çalış.
Yazdıklarını anlamaya çalışıyorum.
Ancak, “gerçekçi işler yapın” söyleminin, bizler için kendimize çeki düzen
vermemize olanaklı kılacak bir dönüt olabilmesi amacıyla, (kesinlikle
yaptığımız işin doğru olduğu iddiasında olduğum için yazmıyorum) karşılaştığın
ve çözmekte yetersiz kaldığın sorunları daha açık daha net bir biimde bizimle
paylaşmalısın. İster burada, istersen bireysel olarak e-posta ile…
Duyarlı davranışın için teşekkür ediyor, sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
17 Aralık 2009,
00:34 (Düzenle)
Sayın Hocam,
Sabah 8 akşam 4 çalışıyorum okulda ve buna ek akşam 18:15ten 22:00′ye
kadar da özel kurslarım var. Tüm bunların yanında hafta sonları 09:30-15:00
arası da hizmet içi eğitim kurslarım var. Görüldüğü üzere uyumaya zor vakit
bulabiliyorum. Çalışmak güzel, hele bildiğini birileriyle paylaşmak çok daha
güzel. Eğitim konusunda BİRLİKTE yapabileceğimiz, bir öğretmen olarak kendimin
ve öğretmen yetiştirme sistemin eksik yanlarını ortaya kayabileceğimiz çok konu
var. Uzun uzadıya yazacak çok şey var. Bizde bilirsiniz “DERTLİNİN SÖYLEDİĞİNİ
DELİ SÖYLEMEZ!” hepimiz eğitim konusunda çok dertliyiz fakat yoğun çalışma
koşullarım sebebiyle size bunları yazamıyorum şu an için. Sizinle bu konuları
paylaşmayı, çözümler aramayı kendime bir borç sayıyorum ve en kısa zamanda
gerçekleştirmeye çalışacağıma inanıyorum.
1- Çağdaş eğitim yöntemlerinde öğretilen sınıf yönetimi konuları var;
öğrenciye uygulanacak pekiştireçler, cezalar vs… çağdaş eğitim yönetemlerinin
%85ini uygulamak devlet okullarında mümkün değil! Bunu TR genelinde bir çok
öğretmen arkaşımla konuştum hepsi aynı fikirdeler. Tabiki bunun öğrenci kültür
seviyelerinden tutun da aile yapılarına, sosyo-ekonomik düzeylerine kadar inen
bi sürü sebepleri var. Ama Hakkari’de çalışan arkadaşımdan tutun da
Edirne’dekine kadar hepsine sordum kimse yeni atanan öğretmen de 20 yıllık
öğretmen de çağdaş eğitim yöntemlerini özel okullar dışında kullanamıyorlar.
Sistematik şekilde sorunları ve sebeplerini en uygun zamanımda size yazmaya
çalışacağım…
BİLGİ PAYLAŞTIKÇA ÇOĞALIR…
Mesajın beni gerçekten mutlu etti. Umutlandım.
Sevgili Nedim, davranış bilimlerinde değişken sayısının çokluğu ve bunların
kontrol edilmesinin güçlüğü gibi nedenlerle, oturduğumuz yerden modeller
üretmek ya da sorunlara çözümler önermek ne yazık ki işlevsel değil. Bu noktada
görgül (ampirik) çalışmalar giriyor devreye. Bunun için de verilere
gereksinimimiz var. Somut “veri” ile arkadaşlarla kahvede üretilen “abi ben
olsaydım valla” ile başlayan önerilerin birbirine çok karıştırıldığı bu
kültürde sana ve senin gibilere çok ama çok ihtiyacımız var.
Merakla bekliyorum ve diğer kardeşlerden de ses çıkmasını diliyorum.
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
20 Aralık 2009,
17:23 (Düzenle)
hocam dün paylastıgınız yazıyı okudum ve sonunda ögrencinizin yazdıgı sey
cidden beni hem cok sinirlendirdi hem de hayretler içerisinde bıraktı.tamam
belki bize istedigimiz gibi konusma özgürlüğünü veriyosunuz ama bu hiç birimize
sizin özgürlüğünüze saldırıp size hakaret edebilme hakkı vermiyor.fakat
eminimki o arkadas bigün bu yaptıgının cezasını aynı sekilde birinden cekicek
ve ne yazık ki o sizin kadar kendine güvenemeyecegi için bunu kendine
yediremiycek o anda size yaptıgı bu terbiyesizlik aklına gelir umarım…canınızı
sıkmadıgınızı biliyorum ama olur ya üzülürsünüz falan kesinlikle üzülmeyin ve
nadir bir türe has oldugunuzu hatırlayıp bununla gurur duyun çünkü bu ülkede,en
medeni sehrinde bile,o kadar cok densiz var ki hala utanmadan bir ders almadan
cuma günü dersinizde “isterseniz döveyim” diyebilecek kadar da yüzsüzler.bu
insanların yüzüne tükürseniz Ya Rabbi şükür derler…sizi ciddiye alma oranı
sınav notuyla dogru orantılı bir insana siz de oyle yapın.yazık cidden cok
yazık acıyorum hepsine
Canım benim… Nasıl da korurmuş hocasını… Bu iyi niyetli çıkışın için
teşekkür ederim…
Sevgili Öykü,
Bu işi yaptığımız sürece, çok çeşitli insanlarla karşılaşacağız. Kimisi bizi
takdir edecek, kimisi bize kızacak, kimisi de “sallamayacak”, anılarında zerre
kadar yer etmeyeceğiz. Ama olayın bu boyutunu sorun ederken, her zaman
karşımızdakini kendimizin yerine koyarak değerlendirme yapma yanılgısına
düşmeyeceğiz. O zaman, olayları nesnel biçimde değerlendirmeyip sadece kendimiz
için geçerli çözüm yollarıyla sınırlı biçimde davranırız ki, o da her zaman
çözüm olmayabilir. Hani dedik ya, bizim kişiliğimiz, kim olduğumuz, kalıtım ve
çevremizin bir tür etkileşiminin ürünü, sonucu. Seni Öykü yapanlarla, onu Burcu
yapanlar aynı olsaydı, zaten bu tür olaylar yaşanmazdı.
Sonuç;
Varsa bir sorun çözmeye çalışacağız. Ama, sorun çözelim derken sorunu
kronikleştirmeyeceğiz. Burcu’nun bu davranışını tabii ki onaylamıyorum. Bize
yöneltilen eleştirileri vicdanımızın hakemliğinde değerlendirdikten sonra,
bunlardan acı duyacağız ya da duymayacağız. (Ben bunu hak edecek bir davranış
sergilemediğim için, alınmadım) Sonra da, istenen tepkileri verip sorunu
derinleştirmeyeceğiz. Ama, davranışın yanlış olduğunu da uygun bir dille
anlatacağız.
Unutma, yaptıklarımızı değerlendirecek bir Molla Kasım çıkıyor hayat denen kısa
metrajlı filimde ya da filim bittikten sonra…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
20 Aralık
2009, 23:44 (Düzenle)
saygılarımla…
ben bazen karikatür çizmeye çalışıyorum ve öğrencilerim çok
beğeniyorlar..üstlarinde yanlarında konuşma balonlarıda oluyor hepsnin hemen
hemen..insanları yada varlıkları biraz abartılı çiziyurm ve sebebini birtürlü
anlayamadım…sanırm karikatür oldukalrı için öyleler dedim kendi
kendime..umursamadım da zaten..ama kendi karikatürümüde öyle çiziyorum kara
tahtaya…bakın çocuklar diyorum çizince bu ADNAN…BİR OOOOOOO…sesi yükseliyor bazen
çünkü o çocuklar şöyle düşünüyorlar..öğretmen kendinin karikatürünü tablo gibi
çizer…sanırım öyle..bizde öyleydik değil mi..
sizin için o cümleyi kuran kardeşim belki de karikatür çizmiiştir
zamanında..tartışma açmak istemiyorum..ama öyle ya insan empati kurmalı…yada
kendini koyduğu kareye başkasını koymalı..ama her karikatürde bir birine
benzemez ki…değil mi yani o kendini öyle çizmiş diye sizi öyle çizemez ki..
keşke paylaşabilsemdi sizlerle kendi stil karekterlerimi..bir yorumda sizden
almak isterdim..ama asla orman varlıklarını insan sıfatıyla çizmedim..öyle olsa
bende bir insanınm ya han..kendimide benzetmem gerekirdi..
uzatmıyorum..diyorum ki,sizinde buyurduğunuz gibi kendi yerime değilde onun ve
oyle kardeşlerimin yerine kendimi koydum..ve asla uni yıllarımda hiç bir hocama
boyle demedim..demem..ben bir öğretmendim o zmnalar..toy değil,,çaylak
değil,,evrenkent te okuyan bir öğretmendim..blimlerin çekirdeğindeydim..değil
mi..??
insan aynaya baktığında ne görmek isterse öyle omlmalı..biz öğretmenler yada
insanlar,,aynaya baktığımızda az da olsa gülümsemez miyiz..?kendimizi asla
çirkin görmemk için*
insan odur ki,başkasında kendini bula
zaten yakışanda bu değil midir?
insani kamil kula..?
cemalinde her nefesinde güller hayat bula,,
yakışırmı bülbülden başka kuş konurmak
o gül cemale? sorulur,cümle kul’a?
saygıyla ellerinizden öpüyor ve buradaki arkadaşlarımı selamlıyorum..
iyi geceler,,incinmeden ve incitmeden geçen hayat ne güzel bir hayattır…
Sevgili Adnan,
O konuyu kapatalım istersen. Asıl ben şu karikatürleri merak ettim.
Burada paylaşman mümkün.
Değişik yolları var ama herkesle paylaşmak istersen, çizdiklerini tara (ya da
fotoğrafını çek)
Aşağıdaki adrese yükle.
http://imageshack.us/
Her bir resim yüklendkten sonra sana ulaşılacak adresleri verecektir.
Sonra da o adresleri burada bizlerle paylaş.
Ya da e-postayla bana yolla, ben ana sayfadan paylaşıma açayım.
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
Bu Yağmur
Bu yağmur… Bu yağmur… Bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak yağan bu yağmur.
Bu yağmur… Bu yağmur… Bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.
Bu yağmur kanımı boğan bir iplik,
Tenimde acısız yatan bir bıçak,
Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik,
Dayandıkça çisil çisil yağacak.
Bu yağmur, delilik vehminden üstün,
Karanlık, kovulmaz düşüncelerden.
Cinlerin beynimde yaptığı düğün
Sulardan, seslerden ve gecelerden.
Necip Fazıl
Birkaç gündür Yenice’de hüküm süren yağmurlu, karanlık havanın etkisiyle bu
şiiri sizinle paylaşmak istedim.
Meslektaşlarım ve öğrenci kardeşlerimden bu aralar hiç ses çıkmıyor. Herkes
sınav derdinde mi, ne?
(Hocam, bu arada, şu “Anadolu ve Fen Liselerine Öğretmen Seçimi Sınavı”ndan 90
alıyorum; ama bir işe yarar mı, bilmiyorum.)
Sevgi ve selâmlar…
Merhaba Hatun,
Pek çok kimse yağmuru sevmez ama ben çok severim. Hatta yağmur benim sıkıntımı
alır, beni rahatır. Yağmurda şemsiyesiz dolaşmayı sevmem o yüzdendir. (Bir de
yağmurun, bedenimdeki statik elektriği aldığını düşünür, rahatlamama açıklama
getirmeye çalışırım.) Üstadın şiiri biraz farklı açıdan ele alsa da yağmuru,
ben seviyorum işte…
Anadolu ve Fen Lisesi seçimi puanın ne anlama geliyor, bilemiyorum. Her
zamanki gibi, Allah günlüne göre versin diyeceğim. Bir de, eğer senin için iyi
olacaksa olsun…
Gençlerin suskunluğuna gelince… Vardır bir bildikleri…
Benim bildiğim, bir yıl daha varlığını sürdürür bu site, sonra da herkes yoluna
gider…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
Canım Hocam benim,
Sitenizin ne kadar yaşar ona bir ömür biçemiyorum ama sizi hep çok
seveceğim ; kalbimden ve aklımdan hiç silinmeyeceksiniz ; istesem de unutamam
bana laf anlatmak için sarf ettiğiniz sözleriniz satır satır aklımda çünkü
unutmak imkansız onları. Derslere girerken ( özellikle edebiyat ve yaklaşımlar dersi
) , dilbilim dediğimde , çaykaşığı – çikolata – peynir – soda – profiterol –
çay – sözlük ( özellikle bu zaten ) gördüğümde ya da giriş yaptığımda diyeyim (
umarım açık olmuştur bu ) , Mimoza’ya her girdiğimde , Beşevler metrosunun
orada , ” Yıldırım ” ve ” Yenişehir ”ilçelerinin adını duyduğumda , ” eğitim ”
kelimesini her kullandığımda ( özellikle bu algımı değiştirdiniz ) , ”
paylaşmak, talebe, syntax ” kelimelerini duyduğumda , her saatime baktığımda (
saatime çok bakarım bu arada ) ve zaman kelimesini işittiğimde , mail kutumu
her açtığımda , midem biraz da olsa ağrıdığında ( ne uğraşmıştınız benimle ) ,
yeşil rengini gördüğümde ya da yeşil kazağımı giydiğimde , televizyonda ”
Kurtlar Vadisi ” ya da ” Hanımın Çiftliği ” ni her gördüğümde , kamera kelimesini
duyduğumda ( sırf bir kamera yüzünden bile sizden nefyet ettiğimi ( yazım
hatası yok burada )
söylemiştim , kapı numaranız 102 ya yurtta karşı odamdaki numara da 102 onu
gördüğümde , anne babamın yüzüne baktığımda ( onlarla ilgili sözlerinizi hiç
unutmuyorum ) ,
her pilav yediğimde ( pilavı çok seviyorsunuz ; dolma biberi de sevmiyorsunuz
hatta ) , babam piyango bileti almış eve gittiğimde bileti gösterince ( çıkmadı
hocam ya ama zaten haram para ya ),
her cuma günü özellikle , ekose gömlek gördüğümde , kendi burcumun yorumuna
bakarken bir de Koç burcuna bakıyorum nedense ve her Koç burcunun yorumuna
baktığımda , ” Cem KARACA ” – ” Orhan GENCEBAY ” – ” Ebru GÜNDEŞ ” in
şarkılarını duyduğumda ve gönderdiğiniz ” YESTERDAY ” şarkısını masaüstümde her
gördüğümde , ” anı – hikaye – fıkra ” kelimelerini duyduğumda ,
ne zaman Renault’un Broadway arabasını görsem , ” saz – bağlama- ney ”
kelimelerini duyduğumda ( bu algımı da değiştirdiniz ) ,
odamdaki kettle ‘ ımı elime alıp kahvemi yaparken , patlamış mısır ve portakal
yerken , nerede Özhanlar marketini görsem , hatta ne zaman birinin kalbini
kırsam ve sonra gidip özür dilesem , ” technique- method- approach ”
kelimelerinde aklıma yaklaşımlar hocam değil gene siz geliyorsunuz , sarı
kalemimle yazıların üzerini çizerken…Aklıma o kadar şey geliyor ki yazsam
sayfalar doldurabilirim. İşte bunlar da aklıma hep siz geliyorsunuz yani mümkün
değil sizi unutmam o kadar çok iz bıraktınız ki yaşamımda asla unutamam sizi.
Eğer yarın bir gün hayalimi gerçekleştirip Hacettepe’de dilbilimde yüksek
lisans yapıp da dilbilimde akademisyen olursam model olarak hep sizi alacağım
iletişim kapımı aralayacağım ve isteyen o kapıyı sonuna kadar açacak ; Mevlana
kapısı gibi olacak ya da Yunus Emre’nin dergahı gibi. Sizin yaptığınız gibi
güler yüzümü , tatlı sözümü asla esirgemeyeceğim onlardan ; bana koşup sarılana
” canım öğretmenim ” diyenin asla kollarını havada bırakmayacağım. Akademik
anlamda iyi olma ya da çok bilgili olma konusunda hiç iddialı değilim ama
öğretmenlik yönüm iyi olmalı bu konuda oldukça iddialıyım.
20 Kasım günü ara sınavların son günü hani sınavlar bitti ya koşarak mutlu
bir şekilde yanınıza gelmiştim ama odanızda bir hocamızın olması dolayısıyla ve
konuşmanızın uzun sürmesi nedeniyle 1.5 saat kapınızda beklemiştim ve inanın
hiç sıkılmamıştım ; inanın daha bekleyebilirdim saatlerce çünkü çok seviyorum
sizi; ben koridorda sürekli tur dönerken gelip geçen hocalarımın,
arkadaşlarımın ” neyi bekliyorsun burada? ” sorularına ” Abdullah Hoca’mı ”
derken onların gözlerimdeki gülümsemeyi görmesi ve sanki beni kontrol eder gibi
10 dakikada bir aynı hocalarımın orada geçmesi ve ” hala bekliyor musun ? ”
demesi , hatta birkaç hocamın ” arayalım istersen , çok bekledin ” demesi ,
hatta çay ocağındaki görevlinin bana ” ne çok seviyorsun ya dur ben sana kahve
getireyim iç de sıkılma ” demesi bile aklıma geldikçe gülümsüyorum.
Çok seviyorum sizi hem de çok bunu defalarca söyledim bu yazıda ama bazen
sizi rahatsız etmemek için aklım ” gitme ” diyor kalbim ise ” git ” ama çok
düşünmüyorum ve kalbimi dinliyorum.
Yılların yıprattığı kişileri görünce öyle üzülüyorum ki hocam belki de
zamanın akmasından korktuğum için zaman zaman hayat anlamsız geliyor ya ama söz
veriyorum hocam yaşlanmış bir dede olrak bir gün karşıma çıkmış olsanız bile (
ki peşinizi hiç bırakmak istemiyorum , karşılaşmak kelimesi bile çok uzak
geliyor bana şimdi ) sizi her zamanki gibi sürekli size karşı büyüyen
sevgisiyle sevecek hızla büyüdüğünü söylediğiniz ve bundan müthiş keyif
aldığınızı belirttiğiniz yaramaz ufaklık linguist…
ÇOK SEVİYORUM SİZİ HEM DE ÇOK CANIM ÖĞRETMENİMSİNİZ BENİM…
Sevgili Şaziye,
Şu sıralar elimde Soner Yalçın’ın son kitabı var. Ayrıntıya düşkünlüğüne,
ayrıntıları atlamamasına hayranım. [Aynen senin gibi ]
Hatun’a yazdığım yanıta hemencecik verilen bu duygu yüklü tepki, bir de bu
denli ayrıntıyı içerince, içimden geçenleri olduğu gibi yazıverdim ben de…
Diğer kardeşlere de yazdım bunu zaman zaman. Anlaşılmak güzel bir duygu. İnsanı
çoğaltıyor. Ve bu arada insan, acı çekerek öğrendiklerini, gençlerin acı
çekmeden öğrenmesi için onlarla paylaşabildiği zaman, “işe yaramak” gibi hoş
bir duyguyu da yaşıyor. Ama sadece “ortaya konuşma” bu duyguyu yaşatmıyor, bunu
yaşayabilmenin önkoşulu da, bu iletişim kapısını aralık tutan gençlerin olması…
Senin de aralarında olduğun ve bir kısmını tanıdığın kardeşlerden, abilerden,
ablalardan söz ediyorum…
Umarım, düşlerini gerçekleştirirsin.
Dilerim, kendinle barışık, sağlıklı uzun bir ömür geçirirsin.
Ve, karşına iyi insanlar, güzel fırsatlar çıkar.
Sevgi ve bilgi paylaştıkça çoğalıyor ya, kalp kalbe karşı ya…
Ben de sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
Varyans analizine kadar çalışabildim… Yarın yapılacak çalışmada soruları da
buraya kadar cevaplayabileceğim sanırım
Şöyle bir düşünüyorum Acanla geçen 4 sene neredeyse, çok şeyler kattı, sadece
ders değil biliyorsunuz kampüste
hiç bilmediğim yerlere uzanan yollarda yürüyüşler, uzun sohbetler ( rakı, balık
üzerine
),
ağlayışlar, ablaların duymaması gereken fıkralar, aşk itirafları…liste
uzun…Artık hayata bir pencereden bakmıyoruz tüm duvarları kaldırdık pencereye
gerek yok artık hayatın içindeyiz..
İyi ki varsın hocam.Hep burda duvarları yıktıran adam olmaya devam etmenizi
diliyorum…
Sevgili Mithat,
Varyans analizi konusunu “let it go rahvan”… Kitapta yazıyor, bakarsın, olmazsa
bir ara birlikte bakarız. Asıl yazmak istediğim, diğer mevzuular. Daha dün gibi
hatırlıyorum, “what is the best method?” sorusuna beklediğim yanıtı
duyduğunuzda, kulaklarımı çınlatıyordunuz. (Ayrıca, diğer sahifenin nostalji
bölümünde de kayıtlıdır) gecenin bir vakti birşeyler yapmaya çalışıyordunuz.
Zaman ne kadar çabuk geçiyor değil mi? Demek istediğim şu ki, duvarları yıkmaya
başladınız. Ama bunda benim payım yok. Ben sadece kimin duvar yıkıp kimin
yıkamayacağını görüyor ve ona göre konuşuyorum. İlk Kan filmine bir gönderme
yapalım mı? Acılara dayanaklı, sert bir kayaya benzetilen Rambo’yu yetiştiren
adam diyordu ki, seni ben yaratmadım, sadece bir kayanın içinde saklıydın, ben
seni açığa çıkardım. Bu hep böyledir. Artık sizin de kayaların içlerini görme
vaktiniz geldi. Eğer önyargıdan uzak, dikkatlice bakarsak, neler görebiliriz
neler…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
Yazmayayım yazmayayım diyorum ama, kendimi tutamıyorum:) Hocam benim gibi
bir arka sıra öğrencisine dahi kısmi bir çalışma azmi katmış bulunmaktasınız.
Çoğunlukla,bir şeylerin düzelebileceğine olan inancımı yitrmekten kaynaklanan
bıkkınlığı, değiştirmek için bir şeyler yapmanın gerekliliğine olan inançla
değiştirmiş olan kişisiniz =) geçmiş yılları anlatan öğrencileriniz ciddi bir
fesatlığa sebep oluyor bende:):) ama bu konuda Sümeyye’ye katılıyorum; Öğrenci
profili artık çok farklı. İşin kötüsü kendimi o değişmiş öğrenci profilinin bir
parçası olarak da görüyorum. Kendime rağmen, çok şey öğrendim sizden,
öğreniyorum.. Öğrencilernizdeki o özel yeriniz sitenin ömründen bağımsızdır.İyi
ki varsınız hocam:):) “var olun” hocam:):)
Sevgili Ümmüş,
Evet öğrenci profili değişti. Artık talebelerin sayısı azaldı. Ben de eskisi
kadar mutlu değilim. Ama diğer yandan sizler varsınız. Sonra, sen o değişmiş
öğrenci profiline dahil değilsin. Dahil olsan burada işin ne? “Yazmayayım,
yazmayayım diyordum ama…” diye başlayan cümlene rağmen, içindeki o Ümmüş’ün bu
adımı, beni doğruluyor. Bundan kendime pay çıkardığım düşünülmesin lütfen. Her
zaman olduğu gibi ,yine içimden geçeni, doğru bildiğimi yazayım. Kimse kimseye
bir şey öğretmiyor Ümmüş, öğretmez de zaten… Sadece öğrenmek isteyenlere fener
tutuyor öğretmenler. Artık mesele talebe olmakta. Sorun talebelerin yerlerini
hızla “zoraki öğren(i)cilere” bırakıyor olmaları.
Kendine haksızlık etme. Ve doğrudan yana tavır koymaya devam et.
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
Abdullah Can(ım) Hocam benim,
Keşke bu ziyaretçi defteri değil de ” anılar ” defteriniz gibi bir tartışma
platformu olsaydı da o zaman ben de bazılarına laf yetiştirseydim. Ama
biliyorum bunu yaparsam hem siz üzülecek hem de bu sayfanın gereğini yerine
getirmemiş olacağım ya da bir ” google fight ” tarzı bir bölüm olsaydı da
isteyene orada cevap yetiştirseydim.
Öğrenilmiş çaresizlik muzdaribi kişi farkında zaten bugünlerde ” içten gelen
motivasyon dıştan gelenden çok daha etkili ” ne kadar oturup çalışmasam da
farkındayım ama sanırım bazıları da bunun farkında değil ; aldığı düşük
notlarda suçlu olarak hala hocalarını görmekteler ve kendilerini de ” zor
sorular zaten ” diyerek yıldırmaktalar ve daha önemlisi de ” aman boşver atarım
” derdindeler hala. Bunları ben de dahil olmak üzere bir çok öğrenci yapıyor
zaman zaman ders çalışmak istemezsin , oturup çalışmazsın , zaten test atsam da
tutar dersin ki ben bunu yaptım Türk Eğitim Tarihi dersinde , düşük not aldım
ama hiç bir şekilde hocamı suçlamadım ÇÜNKÜ KENDİM ÇALIŞMADIM, KİTABIN KAPAĞINA
BİLE DOKUNMADIM, HATTA BİR O KADAR İLGİSİZDİM Kİ SINAV GÜNÜ KİTABI BİLE ” NASIL
OLSA KALACAĞIM BU DERSTEN ” diye getirmedim ama gidip de ne hocanın yüzüne ne
de internet ortamında hocayı kötüleyecek bir şey yazmadım kendim çalışmadım
çünkü ; ancak hala bunu anlayamayacak kişiler var sanırım aramızda ; ancak beni
bu anlayamamaları değil daha çok sizin yaptığınız işlere ” bilimsellik zırvası
” ve ” sizi mükemmel olmakla övünen ” demeleri üzer. öğrencilerinizi tehdit
ettiklerini düşünmeleri ve dahası suçladığınızı düşünmeleri de kendilerinin
size olan belki de nefretlerinin dışavurumlarıdır. En çok üzüldüğümde ne
biliyor musunuz şu tozlu raflardan hala haftada en az bir gün indirdiğim
defterinizde de size sınav dolayısıyla kızan öğrencilerinizin DAHA ÜSLUPLU
SÖYLEMİŞ OLMALARI ve hatalarını anlayınca da ÖZÜR DİLEMELERİ ; evet zamanında
bizden büyüklerimizden kızmışlar size ama hiç bir şekilde sizin yaptığınız işe
değil sadece sınava ve daha sonra bu yaptıkları için af dilemişler çünkü onlar
farketmişler bizim fark edemediğimizi SİZİN KOCAMAN BİR YÜREĞİNİZ OLDUĞUNU.
Ablalarımız abilerimiz o defterde ” HOCAM HİÇ AKLINIZA GELMEYECEK
ÖĞRENCİLERİNİZ TARAFINDAN BİLE BİR YERLERDE HEP HATIRLANACAK VE SEVİLECEKSİNİZ
” yazmışlar bunu ilk okuduğumda duygulandığımı itiraf etmeliyim ; evet kimisi
sevgisini gösteremiyor , çekiniyor , hatta bunu yazarken bile adını vermeyerek
benim gibileri daha da duygulandırıyor ama en önemlisi de seviyor, sevmeyi
biliyor çünkü farkında ABDULLAH CAN HOCA SEVİLMEYİ SONUNA KADAR HAK EDİYOR.
Üniversite burası ama bizler de hala hoca korkusu ve sınav korkusu hakim. Ama
keşke görebilseler sizin kapınızı KİMSEYİ AYIRT ETMEDEN herkese araladığınızı
ve isteyenin o kapıyı sonuna kadar açtığını hatta kiminin benim gibi artık kapı
falan bırakmayarak direkt kırmak istediklerini , sizin öğrencileriniz için
özveride bulunabileceğinizi, onların sıkıntılarını da mutluluklarını
paylaştığınızı, mükemmel olma dersinde olmadığınızı sadece elinizdeki
olanaklarla yapmak istediğinizin en iyisini aslında bizler için yaptığınızı…
Bunları çoğaltırım hatta sayfalarca yazarım ama farkındayım birilerinin
gözündeki size karşı olan nefret perdesini kaldıramam çünkü insan istemediğini
görmez, istemediğini duymaz ama keşke en azından sizin gibi objektif olsalar da
biraz da geniş açıdan bakabilseler ya da daha doğrusu olanı görebilseler. Geçen
sınav sonrası da yanıma gelip ” Abdullah Hoca zor sormuş, sorular da uzundu
yorucuydu ” diyenlere benim cevabım ” Evet sorular uzundu , o zaten bunu kabul
etti siz de biliyorsunuz , o objektifti , öyle olacağını da söyledi , ama hangi
soru vardı orada öğrenmediğiniz hangi kavramın adını duymadınız ? ” diye
sorduğumda ” Onda haklısın ama…” deyip devamını getiremeyen bir çok kişiyle
karşılaştım ; siz olanı kabul ettiğiniz gibi keşke diğerleri de edebilseler. YA
DA DAHA ÖNEMLİSİ SINAV DERDİNE DÜŞECEKLERİNE KEŞKE SİZDEKİ GERÇEK GÜZELLİĞİ
GÖREBİLSELER ama sınav bitince hoca da bitti bizim gözümüzde diye gören onlarca
öğrenciye bunu anlatmak oldukça zor olsa gerek.
Gene çok yazdım gözlerinizi yordum ama gene aynısını yazacağım büyük usta Sait
Faik’in de dediği gibi ” YAZMASAM ÇILDIRACAKTIM ”…
CANIM ÖĞRETMENİM BENİM SİZİ PAYLAŞACAK KADAR ÇOK SEVİYORUM.
Sevgili Şaziye,
Daha çok “hakkımda”, “bir kişinin öznel değerlendirmesi” ağırlıklı yazılan bir
konuda yorum yapmak istemiyorum.
Beni, yaptıklarımı ve yapmakta olduklarımı “benim bakış açımla” görebilen
kişilerin VAR OLDUKLARINI bilmek ilgilendiriyor ki, bana bunu öğrettiğiniz için
teşekkür ediyorum.
İstiyorsan, tabii ki akademisyen olacaksın. Hatta önümüzdeki yarıyıl HÜZÜN’ü
tekrar masama alıp üzerinde çalışmaya başladığımda, yardım isteyeceğim 3
kişiden (Sümeyye Fatma ve Sen) birisi olacaksın. (Bunu da istersen tabii ki)
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
RESPECT
Respect is a lesson that everyone should learn.
Respect must be given before an expected return.
Respect is something that’s given for free.
Respect is about us and never about me.
Respect is the basis on which relationships are founded.
Respect is the anchor that keeps a person well grounded.
Respect builds the character and defines who we are.
Respect sets the standard and raises the bar.
Respect is magnanimous and helps to fulfil.
Respect is the partner that sits with good will.
Respect is like honey so sweet it’s perceived.
Respect a taste to savour for when it’s received.
Respect your fellow human being, treat them fairly, disagree with them
honestly, enjoy their friendship, explore your thoughts about one another
candidly, work together for a common goal and help one another achieve it. No
destructive lies. No ridiculous fears. No debilitating anger.
Bill Bradley
hüseyin diyor ki (09 Ocak 2010, 00:10)’YE CEVAP:
Merhaba Hüseyin,
Seni tanımıyorum fakat bu websitesini takip ediyorum. Kabul ettiğin bir
sınav formatı hakkında neden bu kadar “SALAKLAR” kelimesi gibi asılsız ifadeler
kullanıyorsun anlayamadım.
Hadi “salak” kelimesini kendine yakıştırdın. Bu senin kendinle ilgili
vardığın bir sonuçtur belki bilemem fakat hangi hakla sen diğer arkadaşlarını
da bu kelimenin içine alabiliyorsun? Sana mail mi attılar salak yerine koyulduz
diye?
Salak kelimesini kullanan ve salağım diyen de sensin arkadaşlarım salak
diyen de! En azından ben okuduğumda öyle anladım. İstersen diğer okuyanlarda
soralım.
Öncelikle o yazın için “arkadaşlarından” özür dilemeni öneriyorum.
Düşünerek yazmanı da. Ben Hocanın yerinde olsam seni direkt mahkemeye verirdim.
Senin yazdıkların da ortada. Okut bir bakalım arkadaşlarına metinleri kim ne
anlıyor. Bir cümle kurarken kanıtlarınla sun. Subjektif değerlendirmenlerinde
değil. Dersi sevmeyebilirsin, Hocayı sevmeyebilirsin ya da sistemi
sevmeyebilirsin fakat hiçkimseye “salak” ya da “bilimsel zırvalıklarla dolu
dışavurumlarız ile vurgulamışsınız” çıkarımını yapma hakkın olduğunu
düşünmüyorum. Ben de birçok şeye itiraz ederim ama kanıtlarımı ortaya koyarak.
Düşünceni daha farklı ifade edebilirsin insanları suçlamaktansa.
Bunlarla kahraman olacağını düşünüyorsan kolay gelsin.
Sevgili Neslihan,
İki alanın üstüne, araya bir de hukuk sıkıştırmaya ne dersin? Devam zorunluluğu
yok valla.
Trinity’e selam söyle bizlerden..
Sevgiyle…
abdullah hocam…
uzun süredir giremiyorum ve döndüğümde bayağı bir meşguliyet çinde
olduğunuzu,sınaw sonuçlarının kendilerini memnun etmeyen öğrencilerle
uğraştığınızı gördüm…
sanırım bizler de bu tedristen geçtik ama,çalışkandık( en azından yetesi kadar)
,,,yoksa düzeltme faktörlü yada düzeltmesiz sınawlarınzdan nasıl
geçtik,,,,önceden bir yazımda sizinle ilgili ilk anlatılanları yazmıştım
sanırım,,,ve şimdi de benzeri bir olay yaşanıyor gibime geldi…,
sizden bana çok şey kaldı,,özelliklede sınaw ve karne notu değerlendirme
konusunda bir çok disiplin kaldı..şöyleki: milli eğitim bakanlığımız her şeyi
objektif ve tutanaklı istiyor,,,buna rağmen performans görevleri,projeler
vs,hepsine de değelerndir me ölçkleri istiyor,,,geçnelerde bir olay oldu okula
soruştuma gelmiiş bir kaç öğrencinin okuldaki ders notları ile SBS de deki
başarısını arasında uçurum varmış ve arşifden bir çok sınawı indirip tekrar
kontrl ettiler vs..bunun üzerine bir baktım ki bana ”ya amaaan, ne uğraşıyorsun
ders içi performansına da çizelge mi tutulur” dien arkadaşlarım benden çizelge
örnekelrri alıyorlar…öğrencilerimden de soranlar oldu ya hocam sizde ne kadar
çok çizelge tutuyorsunuz die…dedim ki Onlar miras çocuklar,,,mirass..(yani
sizden kalan bir disiplin anlayışı..),,hayat kurtarıyor…birde sınawlarıma asla
KEY adı altında cevap anahtarı hazırlamıyorum..SUGGESTED ANSWERS yazıyorum …çünkü
öğrencininde doğru vcevapları oalbiliyor…ekleyebiiyorum..düzelt me formülü
benzerine bazan herkese aynı punaı verebiliyorum…
sadete gelirsem,,bir öğretmen olarak karşıdaki öğrenciyi,,baltalamaktan
ziyade,, sualamayı tercih etmeye çalışıyorum… sizin sayenizde
öğrendiklerimle…buradan sizin sınawlarınızla sorun yaşayan öğretmen
arkadaşlarıma bişey söylemiyeceğim..bu kendilerinin ve sizin aranızdaki
esele..düzeleceğine inanıyorum..çünkü sizin yaptığınız sınawları
değerlendirmelerin sonucunda ve sınaw sonuçlarınızda en küçük bir haksızlıkla
karşılaşmadım uni hayatım boyunca,,, sınawlarınız zormuydu? tartışılır,ama en
azından katı değil di çalışılacak yerler belli,temel hedefler belli,vurgulalnan
yerler belli ve bizim merakımız yetersizdi o kadar..
ben kendim adıma uludağ universitesi,EĞİTİM BİLİMLERİ bölümünde art niyetli ve
öğrenciyi kıracak bir hocamın olduğunu hiç düşünmüyorum..aksine
destekleyicisinz…yoksa burada ,öyle bir sitede bizlerle bişeyller paylaşma
ihtiyacı duymazdınız…Bizim çok dinlediğimiz olaylar vardı…HOca sınawdan sonra
kağıtları ahavaya atar,en üstten aşağı doğru notları okumadan kağıtların üstüne
yazar, ister beğen ister beğenme,,kalır yada geçersin,yada; sınawdan bir kaç
gün önce derste şu ,şu ,şu kitaplar çalışılıp gelinecek der,2 soru sorar,,
yyazdın tyazdın,yazamadın lkalırsın…olur..vb…
2000 yılında yanlış bilmiyorsam 60 barajı varmış eğitimde ve uludağda..sonra
bağıl değerelndir,yani çan sistemi gelmiş, ve bence çok iyi bir sistem ,bu
sayede çook öğrenci sınıf geçiyor,,,
benim anlamadığım kimler neye takılıyorlar…inanın bu mesleğe başlayınca,aslında
bu bir meslejk değil,yaşam a başlayınca bizim bir zamnalar sevmediğimiz ama
güzel olan o sistemler o kadar işimize yarıyor ki anlatamam…size sonsuz
teşekkürlerimi sunuyorum,,,,iyiki sizi tanımışım ,,,yoksa çok katı ve
öğretmeniği yeteri kadar yaşayamayan bir isi olurmuşum sanırm…
saygıyla ellerinizden öpüyorum..
not: benim gibi düşündükleri düşündüğüm Ümmüş hocama,Şaziye hocama,Hatun hocama
,şeyma ve Fatma hocama ve diğer adını sayamadığım öğretmen kardeş,abi ve
arakadaşlara selamlarımı iletiyorumm…bizler insanların gönlündeki pandorayı yok
etmek değil,varlığından mutluluk duyarak oradaki cevhere sahıp çıkıp geleceğe
taşımak ,palaşmak,çoğalmak,muassır olamk durumundayız…
kolay gelsinn…
Sevgili Adnan,
Paylaşımın konusunda uzun uzun yorum yapacak değilim.
Maalesef ilerleyen zaman içinde biz de değişimden payımızı alıp, şimdiki
gençlere, olacakları sınavın tipini kendilerinin belirlemeleri özgürlüğünü
tanımaya başladık. İyi mi ettik, kötü mü ettik, bilmiyorum. Özgürlük güzel de
yararına kullanmak için de belli bir olgunluğu gerektiriyor. Zaman zaman
kendimi, ilköğretim birinci sınıflarda, ders süresiyle oyun süresini
belirlemeleri için oylama yaptıran sınıf öğretmeni gibi hissediyorum.
Sizin ne günahınız vardı, sizleri açık uçlu sorularla boğuşturuken…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
hocammm hocammm…
ümitsiz bir şekilde dersinize çalışıyorum.of hocam of olmuyor valla keşke
yazılı olsaydık .gayet umutlu bir şekilde notlarınızı okudum çalıştım ve de
test çözeyim dedim.Sonuç berbat…Neden bilmiyorum sorulArı anlayamıyorum.gayet
umutsuzum.Oysa ki bloon deseniz tam öğrenme modeli diye şakıyacağım.Leb demeden
leblebi misali ama test olmuyor hocam.Ben ne yapayım şimdi?
Biliyorum çok şaçma bir entry oldu ama yazmak istedim.
sevgilerle;
the one.
Hayır, yazdıkların bana saçma gelmedi. Ama anlayamadığım bir nokta var.
Hangi testi çözmeye kalktın da olmadı?. Çünkü ben deneme testi falan vermedim
ki. Seni ne kadar rahatlatır bilemem ama, bu durum, içeriği başka
değerlendirmesi başka iki sürecin örtüşmemesi olarak değerlendirilebilir.
Açık uçlu soru meselesinde sana katılıyorum. Ben de (kişisel tercih olarak)
açık uçlu sorulardan yanayım ama ne gariptir ki, (yıllardır tercihlerin
kayıtlarını saklarım) öğrenciler çoktan seçmeli testi ezici bir çoğunlukla
isterler. Bu konuda bana açık uçlu soru sorma fırsatı verilmedi. Açıkçası ben
de artık bu konuları çok takmıyorum. Nasıl olsa “talebeler” kendini kurtarıyor,
uyanamayanlar son sınıfa gelince bastırıp parayı kurslara gidiyorlar ve
mecburen öğrenmeye çalışıyor, bu taraklarda bezi olmayanlar için de birşeyler
yapmanın bir anlamı olmuyor. Senin için “önyargını bırak, herkes yapabildiğine
göre sen neden yapamayasın ki” demekten başka elimden bir şey gelmiyor.
Kolay gelsin…
Abdullah Can Hocam benim,
Şimdi diyeceksiniz Şaziye hızını alamıyor yazıyor da yazıyor diye ama hocam
ne yapayım ya sınavlara çalışayım diye yazmaya 15 gün ara verdim , izin aldım ama
derste değil aklım hep klavye tuşlarında dedim bir yerlere karalamalıyım bir
şeyler , birileri okumalı yazdıklarımı ben de son çare sizin sitenizi araç
olarak kullanacağım sanırım bir süreliğine sonra sizin yukarıda yazdığınız ”
buyrun yazın ” yazısına dikkat edince iyi dedim yaz gitsin.
Hocam iki gündür aklımdan hiç çıkmıyorsunuz malum sizin sınava
çalıştığımızdan , kağıtlara baktıkça , konuları okudukça , verdiğiniz örnekleri
hatırladıkça bazen kendimi tutamıyor gülümsüyorum sonra ” Şaziye kendine gel ya
unut hocanın örneklerini sınavda hatırla , şimdilik sadece çalış ” diyorum. Ama
biliyorum mümkün değil hocam biliyorum içerikleri unutacağız büyük ihtimalle
ama örneklerinizi asla , dersi anlatışınız ( ya da paylaşımınız ) asla aklımdan
siinmeyecek.
Ama biliyor musunuz size acayip çok kızıyorum bir yandan istiyorum ilk
dönem bitsin çünkü sınavlar bitsin istiyorum bir yandan istiyorum bitmesin
çünkü sanki bu Perşembe gene dersimize geleceksiniz gibi. Ama ben biliyorum ne
bu Perşembe ne de ikinci dönem herhangi bir gün gelmeyeceksiniz bizim dersimize
; hatta sizi fakültede görünce ” Yüzünü gören cennetlik ” derler ya işte o
ifadeyi kullanacağız işte bu yüzden size kızıyorum. Böyle bir kişiyi çok
seversin , kendini çok sevdirir sonra da çeker gider ya hep eksikliğini
hissedersin , onu hatırlatacak her şeyden uzak durmaya çalışırsın , herhalde bizleri
de bu duruma düşürmek için uğraşıyorsunuz gibime geliyor.
Sayenizde yurdumun çoluğu çocuğu eğer yarın bir gün benden dilbilim öğrenme
şerefine nail olursa:) diyecekler ki ” ya bu hoca da materyal hiç kullanamıyor
bildiği tek şey orada burada yazı karalamak ” o zaman ne derim hiç bilmiyorum
herhalde topu size atarım ya da top sizde bile şimdiden. Şimdi alınmak yok ama.
Hani yarışma programlarında olur ya hocam böyle selam yollarlar
sevdiklerine ben Neslihan ya da benim deyimimle Nesliyan Hocamı çok sevdiğimi
söyleyecektim , birde böyle sizin sitenizi araç olarak kullanmak gibi oldu ama
bir de Sümeyye Ablamı çok seviyorum. şimdi diyeceksiniz bunları neden
söylüyorsun buradan diye onu da kısaca anlatayım. Sizin odanızda Semanur
Ablayla karşılaşmıştım ya sonra biz dışarıda onla konuştuğumuzda bana ”
Abdullah Hocayı ve onu seven herkesi çok seviyorum.” ya da benim deyimimle ”
SİZİ KALBİMLE SEVDİĞİM İÇİN PAYLAŞACAK KADAR ÇOK SEVİYORUM. ” İşte bu yüzden
söylemek istedim bunu.
Fuzuli’nin bir sözü var sevdiğim onu da yazıp bitiriyorum:
”Ebedi sevgi ezelde takdir edildiyse bu kader kaza ile önlenebilir mi? ”
Sevgili Şaziye,
İyi yapmışsın. Her daim canın istediğinde, canının istediğini yazabilirsin. Ben
yazılan her sözcüğü muhterem kabul ediyor (bir kısmı bence muteber olmasa bile)
ilgiyle okuyorum. Ama satır aralarında gördüğüm bazı ifadeler de beni müthiş
mutlu ediyor. (Sakın ola hakkımda yazılan güzel sözleri kastettiğimi düşünme.)
“Yurdumun çoluğuna çocuğuna dilbilim öğretme” gibi geleceğe yönelik kararlarınızı,
bu konuda atılan adımlarınızı görmek, özellikle öğrenci talebe ayrımının gözüme
battığı şu demlerde beni cidden umutlandırıyor.
Bir de, burası sizi birbirinize yakınlaştırıyor gibi bir izlenim edindim. Her
ne kadar, özellikle mesleği icra eden öğretmen abi ve ablaların, arkadan
gelmekte olanlara seslendiği, onlara mesleğe hazırlanma adına katkı getirdiği,
bu arada bize de gerçek anlamda dönütler verdikleri bir sanal alem olması gibi
bir beklentimiz tam anlamıyla gerçekleşmese de biz ummaya devam edelim bakalım.
Daha üç yarıyıl var birlikte zaman geçireceğimiz, eğer vademiz dolmamışsa…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
Merhaba sevgili hocam ve arkadaşlar,
Yazacağım birkaç cümleyle sanki biraz Şaziye kardeşime göndermede bulunmuş
olacağım.
Sevgili Şaziye,
Kaçıncı sınıfta olduğunu ve bu dönem hocamdan hangi dersi aldığını bilemiyorum;
ama önemi yok. Bundan üç yıl önce ben de Abdullah Hocamın rahle-i tedrisinden
geçiyordum. İçerikle ilgili çok şey hatırladığımı söyleyemem. Az buçuk Bloom’un
taksonomisini, sözel konuları çok az hatırlıyorum. Ama hocamın sağ üst
tarafında Orhan ağabey fotoğraflı ve onun ağzından yazılmış “Hatasız ölçme
olmaz.” baloncuklu ders notunu hiç unutamıyorum. Hocamız hadef davranış
yazmamızı istediğinde yazdığım hedef davranışı ve hocamın sevgi dolu iki
cümlesini hiç unutmuyorum. Bana “sözlük”üm deyişini… Unutulmayacak o kadar izi
var ki hocamızın… Hem ileride göremeyecek olmanı düşünmene katılmıyorum.
İsteyen istediğinde Abdullah Hocama ulaşabiliyor. Bir tatil gününde evine
gitmek bile mümkün. Dükkândaki görüşmeler hakeza… Tabiî ders aldığın dönemdeki
gibi haftada iki üç gün görmek mümkün olmuyor. Amma neylersin, hayat bu… Hem
onu hatırlatacak şeylerden kaçmak niçin? Aksine daha güzel bence… Neyse, bunlar
öznel düşünceler… Sırf not yüzünden, çalışmak ağır geldiği için hayasızca
hocamızı suçlayanlar olsa da kendisini gerçekten sevenler de azınlıkta değil.
Sana tavsiyem, fakültedeki günlerin kıymetini bil ve hocamızın yakınında
olmasından çoğumuza göre talihli olduğun için şükret. Bu noktada Şeyh Galib’in
“Gele bir devr ki bu Gâlib’i yâd eyleyeler / Fırsat-ı sohbet-i ahbân ganîmet
bilsin” beytine gönderme yapmak yerinde olacaktır. Kafa ütülediğim hissini
uyandırmadım umarım.
Hocam, ellerinizden öpüyorum. Arkadaşlar selâm olsun size de.
Merhaba Hatun,
Ben kendi aranızdaki muhaberata karışmış gibi olmamak için kısa keseyim laf
yetiştirmeyi.
Evet suçlayanların yanısıra anlayanların olduğunu biliyor ve bundan
mutluluk duyuyorum. Bu karşılıklı birbirini anlayışı da, salt karşılıklı sevgi
bağlamında değil, direnmek yerine işin hakkını vermenin karşılığında, TYL
programından mezun olmayı müteakip, ilk hakkında yüksek bir puanla atanmış
olma, ardından alanında Tezli Yüksek Lisansa başlama gibi kazanımların
olacağının somut bir örneğini göstermiş olman açısından ifade etmek istiyorum.
Benim kişisel ne derdim olabilir ki, üç kuruşa dersanelerin emeklerini
sömürdüğü gençler oralardan kurtulsun diye uğraşmakla? Neyse, sen derken ben
kafa ütülüyorum galiba…
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
Söylemeyeceğim çünkü tesiri olmayacak,susuyorum ama bilin ki gönlüm razı
değil…
İçinizin size “Haydi!” demesine çok sevindim:)Hocam.HÜZÜN’ü masanıza koyup
üzerinde çalışmaya başladığınızda seve seve yardım edeceğimi(elimden
geldiğince)bilin.Ve bir gün olur da karar verip bu yola baş koyarsam,vermek
istediğim derslerin(Listening&Pronunciaion,Oral Communication Skills…)
arasında “Contexual grammar” da var.Eğer kitap biterse benim için çok güzel bir
hediye,benim talebelerim için ise çok faydalı bir kaynak olur.
Sevgiyle ellerinizden öpüyorum…
Sevgili Fatma,
Bir ara hatırlat da, sana kendim için yaptığım bir yakıştırmadan söz edeyim.
Evet, artık anlamlı şeylerle uğraşmak istiyorum, düşünmek istiyorum, adamların
yıllar önce yazdıklarını tekrarlayarak birşeyler yapıyor görünmek istemiyorum.
HÜZÜN kendime gelişin bir başlangıcı olsun istiyorum.
Bu arada sınav başarın (100) için seni kutluyorum.
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
08 Şubat 2010,
01:15 (Düzenle)
Merhaba Hocam,
Uzun zamandır bu deftere yazamıyordum, şimdi yazabiliyor olmak gerçekten
sevindirici.
Bugün ney kursunda nur yüzlü bir amcayla tanıştım. Güzel bir sohbet sonunda
öğretmen olacağımı öğrendiğinde “İngilizce öğretmişsin öğretememişsin hiç fark
etmez, sen onlara insan olmayı öğret” dedi. Amcaya da bir hocasının söylediği
“İnsanlık bu maddi kalıptır sanma; insanlık keremdir, iyi olmaktır. Önce hüner
gerek. Kırmızı, mavi boyalarla kemerlere de insan resmi çizebilirsin. Eğer bir
erdemi, keremi yoksa, Adem oğlunun duvar nakışından ne farkı kalır? ” bu
satırları izah etti (Sadi, Bostan ve Gülistan).
Bu sözler beni çok düşündürdü. Artık ismi de “Paylaşım Defteri” olduğu için bu
sayfada da sizlerle paylaşmak istedim Hocam .
Saygılarımla…
Merhaba Sevgili Sümeyye,
Defterin adına ve yeni biçemine uygun güzel bir başlangıç oldu yazdıkların.
Evet, paylaştıklarına katılmamak mümkün değil. Bir zamanlar “artık eğitimin
tarifini değiştirmek lazım” gibi bir laf etmiştim. Aradan geçen bunca yıla
rağmen, eğitimde hala “birşeyleri bir türlü beceremiyor olmak” gibi bir sorunla
uğraşıyorsak, “amaç özürlü” “içerik takıntılı” gibi ironik söylemler sarfediyorsak,
İngilizce öğretmenliği “present perfect tense”i öğretmekle sınırlı değil diye
bağırıp çağırıyorsak, paylaşımlarını dikkatle değerlendirmeye ihtiyacımız var
demektir.
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
14 Şubat 2010,
17:31 (Düzenle)
SELAM HOCAM…
Sayfayı açınca hepimizin başına gelmesi muhtemel elim bir kazanın
meslektaşlarımızın başına geldiğini okumak ve böyle çok sevilen gencecik
öğretmen arkadaşımızı kaybetmek beni ziyadesiyle üzdü.Evrim kardeşime yüce
allah tan acil şifalar diliyorum ve kaybettiği eşine rahmet diliyorum.
mekanı cennet olsun…
dualarımız hep onlarla olacaktır..
hocam siz de hastaneye gittiğinizde herne kadar tanımasalarda acil şifalar
dileklerimi iletirseniz sevinirim..
elleririnizden öpüyorum..
Teşekkürler Adnan.
Henüz Evrim’le görüştürmediler. Ama bu konudaki bir girişimime yanıt
bekliyorum. İlgili sağlık personelinin nöbetçi olduğu bir akşamı… Dilekleriniz
iletilecektir…
Sevgilerimle…
16 Şubat 2010,
03:50 (Düzenle)
Merhaba hocam, defterin yeni adına yakışacağını umduğum ve burada yer
almasının güzel olabileceğine inandığım bir fıkra paylaşmak istedim. Okur kendi
yorum ve eleştirisini yapabilir, ben sadece paylaşıyorum.
Juan, motosikleti ile Meksika sınırına gelir. Arkasındaki iki büyük çantayı
gören sınır polisi şüphelenir ve içinde ne olduğunu sorar. Juan, “Yalnızca kum”
diye yanıt verince polis,”Aç bakalım çantaları” der. Juan çantaları açar, polis
didik didik kontrol etmesine rağmen kumdan başka birşey bulamaz çantada!
Bununla yetinmeyen polis, gece yarısına kadar kumu her tür tahlilden geçirtir
ancak saf kumdan başka birşey yoktur! Polis çantalarını Juan’a geri verir ve
sınırdan geçmesine izin verir. Ertesi gün Juan motosikletinin arkasında iki
büyük çantayla tekrar sınırda belirir. Polis Juan’ı gene durdurur, didik didik
arar, birşey bulamaz ve Juan’ı serbest bırakmak zorunda kalır. Bu olay, polis
emekli olana dek yıllarca devam eder!
Bir gün emekli polis Meksika’da bir barda otururken Juan’ın içeri girdiğini
görür ve derhal yakasına yapışır; “Senin yıllardır birşeyler kaçırdığından
eminim. Çıldıracağım. Geceleri uyku
uyuyamıyordum senin yüzünden. Lütfen anlat bana ne kaçırdığını. Aramızda
kalacağından emin olabilirsin”.
Juan gülümseyerek yanıtlar, “Motosiklet”!
Ben beğendim, beğenileceğini düşündüm.
Sevgili Taner,
Bir fıkra gibi görünse de ben fıkradan çok eleştirel düşünme becerileri
kapsamında kişilerle paylaşılacak bir öykü olarak algıladım. Bir olayı çok
boyutlu olarak görebilmek. Olayları hep alışılagelmiş ölçütlerle
değerlendirmek, bazı ayrıntıları gözden kaçırmamıza neden oluyor.
Güzel paylaşımın için teşekkür ediyor, sevgiyle gözlerinden öpüyorum…
18 Şubat 2010,
19:34 (Düzenle)
Merhaba sevgili hocam ve arkadaşlar,
Yakup Kadri’nin nefis mensur şiirinden bir bölüm paylaşmak istedim sizlerle.
Sevgiler…
Erenlerin Bağından
Yıllar yârlardan, yârlar yıllardan vefasız. Kara baht bir kasırga gibi. Bu
ne baş döndürücü iş? Geceler günleri, günler geceleri kovalıyor; cefalar
cefaları kolluyor. Saçlarımızda aklar akları, alnımızda çizgiler çizgileri
doğuruyor. Kadere boyun eğmek güç, isyan tehlikeli, felek hiç acımayacak mı?
Heyhat, aziz dost, onu döndüren kara bahtın kasırgası…
“Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu.”
Yaşlı gönül şimdi böyle diyor; her şeyi kendine eş görüyor. Bu da yanlış
duygulardan biri… Cihan ne vakit bayındır idi? Bahçelerde ne vakit güller açtı?
Ne vakit yuvalarda bülbüller öttü? Yollardan ne vakit yârlar geldi? Umduk,
bekledik, düşündük. Hangi şey umduğumuza uygun düştü? Gördüğümüz düşündüğümüze
benzedi mi? Gelenler beklediğimize değdi mi? O mutlu ve yüce saat hangi saatti
ki, içinde iken “Geçme! Dur!” diye haykırdık? Hiçbiri, aziz dost, hiçbiri!
Belki hepsini geçsin gitsin diye bekliyorduk; çünkü onlar birbirinden çirkin,
birbirinden yararsız saatlerdi. Kimi bir damla gözyaşıyla, kimi tek bir
“Eyvah!” ile kimi bir esnemeyle, kimi yalnız susmayla dolup gitti. Onlar birer
birer yeniden gelsin ister misin? Hayır, hayır, hayır; değil mi?
Şimdi kalbimiz boş, başımız doludur. Ağzımızda zehir, gözlerimizde ateş
var; tatsız bir içki sersemliği içindeyiz. Ve artık yolun ortasını geçtik ve
saçlarımızda aklar akları ve alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Ve ellerimiz,
dizlerimiz titriyor ve önümüzdeki ufuklardan yok olma havası esiyor. Söyle,
gençliğini ne yaptın? Söyle, gençliğimi ne yaptım?
Sevgili Hatun,
Her ne kadar paylaştıkların geniş bir kitleye hitap etmese de (belki de
yanılıyorumdur), ben severek okudum. Böylesi güzellikleri bizimle paylaşıp,
burasının anlamına katkı getirdiğin için teşekkürler. Sevgiyle…
Merhaba hocam,
Bize sunmuş olduğunuz bu site için teşekkür etmeden geçemicem.Gerçekten
yararlanmasını bilen için harika bir site olmuş…
Sitede dolaştıkça bizimle paylaştıklarınızı kaçırmamak için dört koldan
sitenizi yayıldım imkan
buldukça sitenizi aşındırıcam…
VE
biliyorumki, dediğiniz gibi “sahilde hala kurtarılmayı bekleyen denizyıldızları
var.” umarım ileride bende sizin kadar olmasada
denizyıldızları
için birseyler yapıcam.
SAYGILARIMLA…
Teşekkür ederim Fadime. Son demlerimde sen ve senin gibi düşünen kişiler
için bu siteyi ayakta tutmaya gayret edeceğim. İşin doğrusu yoruldum, artık
gözlerim iyi seçemiyor, sahildeki pırıltılar deniz yıldızı mı yoksa çakıl taşı
mı diye ayıramıyorum. İnsan kendine konduramazmış korktuğu şeyleri… Eskinin
kumsalları taşlık olmuş da o nedenle göremiyorum diye avunmak istiyorum.
Sevgilerimle…
gereksiz belki ama ben su adını yazmayı unutan anonim şahıs
22 Nisan 2010,
23:28 (Düzenle)
Abdullah Can Hocam ve sitenin müdavimi olan arkadaşlarım, ablalarım , abilerim
Derslerle çok ilgilenen bir öğrenci değilim ben de o sevmediğim
eleştirdiğim beğenmediğim ” üniversite öğrencisi profili ” içinde yer alıyorum
, ama bazı konuları araştırmak , o konularda bilgi sahibi olmak ve diğerlerinin
benim ilgilendiğim konularda fikirlerini almayı önemsiyorum. Benim takıntı
edindiğim konu birçok üniversite öğrencisinin bu kurum içinde yer aldığı halde
bihaber olduğu ” akademik camia ” . Kararımı verdim takıntılarımı bu sayfa
üzerinden paylaşacağım , umarım sizleri sıkmam , çünkü ben kendi
takıntılarımdan bahsettiğimde bunlarla ilgilenmemin gereksiz olduğunu söyleyen
bayağı bir kişiyle karşılaştım ama biraz ikna yönümün kuvvetli olmasından ya da
çokça kullandığım bir yöntem ( itiraflar başladı )
anladığım halde anlamamazlığa gelmemden dolayı belli konuda öğrenmek
istediklerimi öğrenebildiğim açık. Çok değil birkaç ay önce okuduğum bir gazete
yazısıyla ( KAMPÜSTE DİL BİLMEYEN 45 BİN HOCA – az sonra paylaşacağım yazımı –
) okulda birkaç hocama – fikir alınması en zor olanlara bile – gidip ” Akademik
hayatta yabancı dili gereklilikten zorunluluğa dönüştürme ” hakındaki
fikirlerini sordum. ” Yabancı dili acaba zorunlu hale getirerek,
akademisyenlerimizi benim gözümde bilim insanlarımızı anlayamadıkları bir dilde
makale okumaya zorlayarak onları ilimden bilimden soğutuyor muyuz? Acaba bu
yüzden mi aslında kendi bilimlerinden kendi alanlarından soğumuş
akademisyenlerle sıkça karşılaşıyoruz? Akademik yükselmeleri için yabancı dil
öğrenirken kendi alanlarındaki gelişmeleri takip edemediklerinden mi hala
istediğimiz niteliğe ulaşabilmiş değiliz? Ya da yaşamak için para kazanmak
zorunda olan akademisyenlerimizi ders yükleriyle boğarak
dil öğrenmeye ile vakit vermeyerek onlardan çok mu şey istiyoruz?
Ya da tam tersi , 2010 yılında 21. yy da kendi alanında çok bilgili olduğu
halde dil bilmemek gerçekten bir eksiklik mi? ”
Şu yukarıda sıraladığım tüm hepsini geçtim eğer dil öğreniminde kritik
dönem olduğuna inanan bizler acaba dediklerimizin arkasında durmayıp 40 lı 50
li yaşlardaki bilim insanlarımızı kritik dönemden bihaber bir şekilde
davranarak sanki yokmuş gibi davranark onları bu yaşlarda zorla bir şeyler
öğrenmeye mi zorluyoruz? Bu da bir soru işareti aklımda.
Kendi fikrime gelince ; ben dil öğrenmenin bir bilim insanının kendi
alanındaki gelişmeleri daha yakından takip etmesinde fayda sağlayacağını
düşünüyorum çünkü uluslararası makaleler İngilizce olarak yayınlanıyoR , ” at
gözlüğümüzü ” takıp dar açılarla bakarsak sanki bu iş bir kısır döngüye döner
gibime geliyor.
Ama dil öğrenimindeki kritik dönem ve ders yükleri fazla olan
akademisyenlerimizin zaman problemi de beni düşündürmüyor değil. Sonra bir de
işin ekonomik boyutu da var ; dil öğrenmemize sağlam zemin hazırlayan
kapitalizmin ürünü olan ticarethaneler bu iş için oldukça yüksek meblağlar
talep etmektedirler ; acaba geçim derdine ittiğimiz akademisyenlerimiz bunu
karşılayabilecekler midir? Soru işareti çok farkındayım ama acaba zamanında
Anadolu’da bir köy okulunda okumuş sonra bir devlet üniversitesine yerleşmiş
akademisyenlerimizden yani dil adına hiçbir şeyin öğretilmediğimi kurumlarda
eğitim görmüş akademisyenlerimizden sanki onlar kolej mezunları gibi ya da
vakıf üniversitesi mezunlarıymış gibi çok şeyler mi bekliyoruz?
Ya da büyük şehirlerde görev yapan akademisyenlerimizin bu ticarethanelere
erişim olanağı varken küçük şehirlerde görev yapan akademisyenlerimizin
çalıştığı şehirlerde bir dil kursu olmaması bir çelişki değil mi ya da burada
bir fırsat eşitsizliği yok mu?
Kendi fikrimi belirttim hala zihninde soru işaretleri olan ben üniversiteler
tarafından desteklenen ve akademisyenlerimizden düşük meblağlar talep edilen
dil kurslarında akademisyenlerimizin dil öğrenmelerinden yanayım ; evet
vurguladığım nokta fırsat eşitliği.
Şimdi de sıra bulduğum yazıyı paylaşmaya geldi:
KAMPÜSTE DİL BİLMEYEN 45 BİN HOCA
Akademisyenler, ‘gereksiz’ buldukları yabancı dil sınavının kaldırılmasını
istiyor. Doçentlik ve profesörlük için dil sınavında 64 puanı aşamayan tam 45
bin akademisyen var.
Küreselleşen dünyaya ayak uydurmaya çalışan Türkiye’de 45 bin akademisyen,
Üniversitelerarası Dil Sınavı’nda 64 puanlık barajı aşamadığı için
yükselemiyor. Akademisyenler ‘Yabancı dil, ilimden önemli mi? Bu sınav
kaldırılsın’ diyor. Binlerce öğretim elemanı akademik kadrolara atanmak için
yükselmek istiyor. Ancak hedefi yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlük
olan 45 bin öğretim elemanının Üniversitelerarası Dil Sınavı (ÜDS) barajını
aşamadıkları için yükselemedikleri ortaya çıktı. Dil bilmeyen akademisyenler
‘Yabancı dilin zorunlu hale getirilmesi ve akademik yükselmede bir engel olarak
önümüze konulması yanlıştır’ görüşünü ileri sürüyor. ‘Yabancı dil, ilimden
önemli midir?’ diyen akademisyenler, konuşamadıklarını, yazamadıkları, sadece
sınav barajını aşmak için uğraştıklarını belirterek şunları söylüyor:
AKADEMİK KAPI KAPATILMASIN
‘Yabancı dili gereklilikten zorunluluğa dönüştürmek, ilmi ilerleyişe
darbedir. Neredeyse yabancı dil ilimden daha önemli hâle getirilmiştir.
Akademik kariyerde yabancı dilin öncelikli hale getirilmesi, zorlaştırılması, akademik
unvanların kapısını kırsal kesimden gelen geniş halk kitlelerinin evlatlarına
kapatma anlamına gelmektedir. İnsanlarımızın tamamı kolej veya yabancı dil
hazırlıklı okullarda okuma imkanı bulamamaktadır. Dünyanın hiçbir gelişmiş
ülkesinde yabancı dil, ilmin önünde engel değildir. Yabancı dil sınavı mutlaka
kalkmalı ve ilim adamlarının yükselmesinde bir ölçü olmaktan mutlaka
çıkarılmalıdır.’ Bu görüşteki akademisyenler meslek hayatlarında hiç
ihtiyaçları olmadığı halde Türk dili ve edebiyatı öğretim elemanlarına da
yabancı dil barajının ‘zorunlu’ tutulmasını dayanak olarak gösteriyor. Yabancı
dilin kime ve niçin gerekli olduğunun tam olarak araştırılmadığını öne süren
akademisyenler, ‘köstek’ olunduğu kanısında.
BiLiM iNSANI BiLMELiDiR
Internetteki forumlarda konuya ilişkin tartışmalarda şu görüşler dile
getiriliyor:
Yabancı dil bilme koşulu akademik kariyere engel teşkil etmemeli. Çünkü dil
bilmek ha deyince gerçekleşecek bir olay değil. Dili öğrenmenin kritik
dönemleri vardır ve bu dönemler çocukluk yaşlarına denk gelir. 60 yaşlarına
gelmiş birinden yabancı dil bilmesini bekleyemeyiz. (R.E)
Bence bütün branşlarda bir yabancı dil bilme zorunluluğu olmamalı. Fakat
bilimi geliştirmek, ilerletmek için başka ülkelerle işbirliği içinde olan bilim
adamlarının yabancı dil bilme zorunluluğu olmalıdır. (D.A)
Bir bilim insanı yabancı dili bilmelidir. Çünkü bilim evrenseldir ve bunun
içinde ortak dilin olması gerekiyor. (Y. B. )
Gelişmişlik seviyesini yükseltmek isteyen tüm toplumlarda bu unsur baraj
olabilir. Çünkü gelişen ve ilerleyen bilimi tüm dünyada takip etmek ilerlemenin
önemli bir unsurudur. (M.T.)
Kendi dilimiz keşke baraj olabilseydi akademik kariyerlerimizde. Başka bir
ülkenin dilini bilmek şartıyla kariyer sahibi olmasaydık keşke. (S.)
Yeterli yabancı dil bilime hiçbir şeye koşul olmamalı ama dünyada bilim
dili olarak kabul edilen dillerden birkaçını konuşabilmek araştırma ve
geliştirme açışında önemli ve gereklidir. (M.Y.)
Yabancı dili iyi bilmek gelişmeleri de bilmek demektir. (O. A.)
28 Nisan 2010,
18:13 (Düzenle)
Abdullah Can(ım ) Hocam ve sitemizin müdavimi arkadaşlarım, ablalarım ve
abilerim
Bazı takıntılarım olduğunu ve onları bu sayfa üzerinden paylaşmak
istediğimi daha önce söylemiştim ; ben de takıntı bitmez:) Takıntılarımdan bir
diğerini paylaşmaya sıra geldi eğer sürç-ü lisan edersem şimdiden affola…
Bana göre üniversitelerimiz ( ya da şimdinin Bizans oyunlarının
sahnelendiği yerler ) ülkemizin durumunu yansıtan düz aynalardır ve bu düz
aynalarımız yani üniversitelerimiz büyük ölçekli mafya örgütleri gibi
işlemektedirler ; ancak bildiğimiz mafya örgütlerinden farklı nasıl mı? Her
şeyden önce yaptıklarına legal dayanak bulabiliyorlar ve bu legal dayanakları
bulmak onlar için çok zahmetli bir iş değil.
Akademisyenlerimizin ” bilim insanı ” olmaktan ziyade bir devlet dairesinde
çalışan memur misali ” emir kulu ” olduğunu görmekteyiz.
Ancak içimizden bazıları var ki kimselerin beğenmediği ve gitmek istemediği
bir taşra üniversitesinde lisans eğitimini tamamlıyor ve gerçek anlamda bu
kişiler bilim insanı ünvanını hak ediyor mesela bu insanlar ” söyleneni istenen
biçimde yapma paradigmasının ürünleri değiller ; araştırma ve üretme
paradigmasından yanalar dolayısıyla fazlasıyla bilim insanı ünvanını hak
ediyorlar yani hafta içi her gün 8.45-17.00 arasında gördüklerimizden ve ders
aldıklarımızdan oldukça farklılar. Güzel yurdumda üniversitelerimizin büyük
ölçekli mafyalar olduğu dönemde de böyle devlet memuru zihniyeti dışında olan
ve bilim insanı olmayı hak eden insanlar göze batan çapak misali elimine
edilmek isteniyor ancak bizim bu imha etmeye çalıştığımız değerleri görebilen
içinde Bizans oyunlarının dönmediği gerçek anlamda bilimin yer aldığı
üniversiteler var. Bu seferki paylaşacağım yazıda Türkiye’de torpili olmadığı
için araştırma görevlisi olamayan ama Oxford’a doçent olan Ayhan ÇELİK
anlatılıyor. Bu konuda o kadar çok yazabilirim ki ama sanırım paylaşacağım yazı
çok gerçek bir örnek olduğu için daha açıklayıcı olacak.
Türkiye’de Torpili olmadığı için Araştırma Görevlisi olamadı, ama Oxfor’a
Doçent Oldu!
Bunlardan biri de Oxford Üniversitesi Kimya Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr.
Ayhan Çelik. Dünyanın her yerinden başvuru yapan 69 öğretim üyesi arasından en
yetkin isim olarak Oxford’a çağrılan Çelik, biyolojik sistemler yardımıyla
ilaçları çevreye zarar vermeyecek şekilde sentezleyen bir proje geliştirdi.
Doç. Dr. Çelik’in başarı hikayesi de oldukça ilginç. 1993 yılında KTÜ Kimya
Öğretmenliği Bölümü’nü birincilikle bitiren Çelik, okuduğu üniversitede
araştırma görevlisi olmak istemiş, ancak torpili olmadığı için bunu
başaramamış.
Çelik, o dönem yaşadığı sıkıntıyı şöyle anlatıyor: “Bölüm birincisi olduğum
için üniversiteye araştırma görevlisi olabileceğimi düşünüyordum. Benim yerime
4 yıllık bölümü 6 yılda bitiren birini aldılar. Onun torpili vardı, benim
yoktu.” Başarılı akademisyen Türkiye’deki sistemin kaliteli öğretim üyelerinin
yetişmesine engel olduğunu söylüyor.
Kars’ın Kağızman ilçesine bağlı Çamışlı köyünde doğan Ayhan Çelik’in başarı
hikayesi ibretlik olaylarla dolu. İlkokulu doğduğu köyde tamamlayan Çelik,
Kötek nahiyesindeki ortaokula gidebilmek için her gün
Okuduğu üniversiteye araştırma görevlisi olarak giremeyen Ayhan Çelik, daha
sonra Kırşehir’de öğretmenliğe başlamış. Kısa süreli öğretmenliği sırasında
yurtdışına öğretim üyesi yetiştirilmek üzere Milli Eğitim Bakanlığı’nın sınav
yaptığını duyunca, bu sınava girerek başarılı olmuş. Sınav sonrası İngiltere’ye
gelen Çelik, Leeds Üniversitesi’nde yabancı dil eğitiminden sonra Hull
Üniversitesi’nde 1 yıl gibi kısa sürede lisans üstü eğitimini tamamlamış. Daha
sonra biyoorganik kimya alanında Leicester Üniversitesi’nde 3,5 yıl doktorasını
tamamlayan Doç. Dr. Çelik Edinburg Üniversitesi’nde 4 yıl araştırma görevlisi
olarak çalışmış. Bu yıl dünyanın önde gelen üniversitelerinden Oxford
Üniversitesi’ne öğretim üyesi olarak kabul edilen Çelik kendisi için hazırlanan
laboratuvarında bilimsel çalışmalar yapıyor. Başarılı öğretim üyesinin kendi
alanında dünyanın en iyi bilimsel dergilerinde yayınlanmış onlarca makalesi
bulunuyor. Ayhan Çelik, Türkiye’de son 15 yıl içinde güzel gelişmelerin
yaşandığına ve ilerlemenin olduğuna da dikkat çekiyor.
02 Mayıs 2010,
20:39 (Düzenle)
Abdullah Can ( ım ) Hocam – her zamanki söylemim bu benim bozulmak yok Can
( ım ) dediğim için – ve sitenin mensubu olan çok sakin arkadaşlarım, ablalarım
ve ağabeylerim,
Öncelikle şunu belirtmek isterim ; bir rumuzla yazıyor olmam bu platformu
ciddiye almadığım ya da yazdıklarımın arkasında olmadığım anlamına gelmesin,
‘’benim ben Necla ay ne Neclası Şaziye diyebiliyorum. Bu rumuz da
gerçekleştirmeme izin verilmeyen büyük bir hayalimin ufacık bir parçası olarak
kaldı ben de.
Ben bu platformu ciddiye alıyorum ancak siz benim her yazdığımı ciddiye
almayın yoksa siz de benim gibi boğulur gidersiniz düşünceler ve duygular
deryasında sonra benim gibi melankolik olarak hep pembe bir pencereden
bakarsınız yaşama. Sonra size de ‘’ çocuk ‘’ diye seslenirler bir de sorarlar
‘’ ne zaman büyüyeceksin? ‘’ diye ; hatta bağlamadığınız ayakkabı bağcıkları ve
pantolan paçalarından sarkan bağlamanız gereken ama bağlanmamış ipler nedeniyle
‘’ sokak çocuğu ‘’ derler ama tüm bunlar beni mutlu ettiği gibi sizi mutlu
etmeyebilir. Şimdi elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibiyim oyuncağıma
kavuşmak istiyorum ama benden büyüklerim en azından benden olgun
davranabilenler oyuncağıma kavuşmama izin vermiyorlar , oyuncakla oynama yaşını
geçeli çok oldu , eşeğin kulağına su kaçırmamak gerekir öyle değil mi hocam (
siz böyle demiştiniz son konuşmamızda ) ama ne istiyorum biliyor musunuz ben de
kalan kaybetmek istemediğim hep hissetmek istediğim çocukluğumu hala yaşamak.
Nedense hala cebine kuruyemiş doldurup sokağa çıkmak isteyen çocuklar gibi
olmak istiyorum nedense hala 19 yaşında olduğu halde ona 6 Mart günü hediye
edilen belki de son oyuncağı olacak bir çocuk gibi o oyuncak bebeğin sarı
saçlarını sevmek istiyorum ama artık benden de geçmeli böyle şeyler biliyorum
artık olgun davranmam gerektiğini de biliyorum ama vazgeçmek istemediğim bir
çocuk yönüm var o da benle beraber olsun istiyorum ama bu çocuk yönüm kimseye
zarar vermesin diyorum ya benle kalsın yalnızca…
Çevremdeki insanlardan özellikle anne ve babamdan çok şeyler istiyorum ,
onların bana verdikleri çok iken benden istediklerinin çok olmadığını da
biliyorum şimdi de çevremdekilerden çok sevdiğim birisi ( bana göre alternatifi
olmayan ) benden ona göre ufak bir şey istiyor bana ‘’ çocuk biraz uzak dur
benden yoksa ablaların ağabeylerin kızar ‘’ diyor, dayak yiyeceğimi bilsem
uzaklaşmam ama artık o kişiyi üzüyor olduğumu bilmek şunları yazarken bile
kalbimde acıya sebep oluyor , ne kadar da beceriksizim ya ortalıktan kaybolmayı
bile beceremiyorum diyorum , hani verdiğin sözler diyorum , en azından sanal
ortamdan yakın olsam izin verir mi ki? İstemezse siler benim gözyaşlarıyla
klavyemin tuşlarıyla karaladığım bu yazıyı…
Yürek yaraları var ya hani böyle hatırlayınca sanki sol yanından bir parça
kopar gibi olur da elini yüzüne doğru getirirsin akan birkaç damlayı silmek
için…Çok sevdiğin insanların yürek sızılarını içinde hissedersin hani biraz da
bir şeyleri başarmak istersin kendin için olduğu kadar o sevdiklerin için de
sanki sen başarınca onların da sızıları dinecekmiş gibi…Çok sevdiğim
alternatifi olmayan bir hocam var ( adını vermeyeceğim kızan abilerim ablalarım
olur da kalbimden de silmeye çalışırlar ama ben o hep ben de kalsın istiyorum )
; onun da bir ağaç meselesi var. Ne ağacı diyeceksiniz ki bunu sormakta sonuna
kadar haklısınız. O ağaç ki onun yürek yarası. Sadece onun yarası mı o ağaç ki
dalı, budağı, kökü çizmiştir kırmıştır kalpleri de onun sızısı duyulur ya da
bir hasrettir de doyulamamıştır inceden inceye hasreti duyulur. Aynı yara ben
de de var o yüzden rumuz ‘’ linguist ‘’ ya ama biliyorum ki benden çok o hocam
da var bu yürek acısı çünkü ben üniversitede hiçbir sınıfa öğretmen sıfatı ile
girip de ‘’morpheme ‘’ in tanımını sorduğumda sınıftan doğru yanıtı
alamadığımda içimdeki sızıyı hissetmedim. Bu yürek sızısını belki o
dindiremeyecek, artık yaşlanmış emekli olmak istediğini söylüyor, ama ne zaman
söylese gözleri böyle uzaklara dalıyor sanki bir şey ararmışçasına, ne zaman
emekli olmak istediğini söylese içinden böyle bir parça kopuyormuş gibi ama
belli etmek istemiyormuş gibi sanki mutlu görünmeye çalışır gibi ama hayatta
başaramayacağı tek şey bu olsa gerek çünkü o mutsuz iken dili bir şeyi
söylerken yüreği de acıyorsa mutlu görünmesi imkansız onun için o yüzden
başaramaz ya mutsuz iken mutluluk oyununu oynamayı…( Ama o da eğer benim gibi
büyümemiş bir çocuk o zaman az da olsa başarırdı malum çocuklar çok iyi rol
yaparlar ) Bir de çocuklar hep söz verirler ama tutmazlar unuttuklarından
değildir ama onlardan yapmaması istenenler aslında onları hayatta en çok mutlu
eden masum şeylerdir kimseye de zararı olmaz ama onlardan büyük ablalar abiler
‘’ sözünü tut uzak dur burası bizim bahçemiz girme buraya ‘’ derler ama o benim
oynamak için girdiğim güzelim bahçeye ufak bir tohum bile ekmezler sanki ben
çimleri eziyormuşçasına da beni uzak tutmaya çalışırlar halbuki ben tohum
ekiyordum o bahçeye…( birçok kişiye soyut geliyor bu yazdıklarım ama o adını
vermediğim hocam biliyor bunların ne anlama geldiğini , o yeter bana ) Diyorum
ya çocuklar sözlerini tutmazlar diye ama tamamen masumiyettendir diye , bir
sözüm var o hocama onu tutacağım inşallah hep diğerlerinin bizler için çizdiği
bu yaşamda rotamızı belirliyoruz ya ( hatta öyle ki bizden uzak kimileri
sevdiklerimizle olan ilişkilerimizi de belirliyor ya işte bu ya beni iki gündür
üzen de ve bu satırları yazmama sebep olan da ) ilk defa kendim olmak istiyorum
ilk defa kendi istediğimi yapmak istiyorum ama kimseye danışmadan sadece
yüreğimin sızısını dindirmek için artık biraz da o hocamın sızısını dindirmek
için bundan tam iki yıl önce girmek istediğim ağaç meselesine gecikmeli de olsa
lisans sonrası girmek istiyorum hem de Anadolu’nun ortasında bir üniversitede
hem memleketimden hem de şu an bulunduğum şehirden ötede sonra daha da öteye
gitmek istiyorum bir taşra üniversitesinde doğru bildiğim ne varsa paylaşmak
gibi…Öğrencilerim o konuyu ‘’ tree diagram ‘’ değil de ‘’ Acan diagram ‘’
olarak bilsin istiyorum yani en azından ulaşmak istediğim hedefim bu ama
ortadan kaybolma gibi basit bir sözü bile tutamayan ben bunu nasıl başaracağım
bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ama eğer ben hüpümü her gece yatmadan önce
içersem, yemeklerimi de öğün atlamadan zamanında yersem, ben ne zaman Kamil
Abi’ye binsem o hocam bana emanetin ulaşıp ulaşmadığı hakkında benden bilgi
isterse yani kısaca fiziksel olarak büyüyüp bu dünyada var olmayı
becerebilirsem biliyorum ki o çok sevdiğim ve benim için alternatifi olmayan
hocam da ( farkında mısınız hala isim veremiyorum ) benim elimden tutacak ve
bedenen büyüdüğüm gibi aklen de olgunlaşmamı sağlayacak yani onun deyimiyle
beni ‘’ büyütecek ‘’ , hızla büyüdüğümü söylüyordu bir aralar ama ‘’ Lütfen
artık olgun davran ‘’ dediği andaki kalbimdeki acıyı benim gibi hissetmesi
imkansız…
O benim çok sevdiğim hocam hiçbir zaman söylemedi ama ben biliyorum ki onun
rahle-i tedrisinden geçen her öğretmenin o çocuksu hali ile vesikalık resmi,
hangi yaryılda sınava hangi derslikte girdiği, her sınav için hangi sorudan kaç
puan aldığı, başarı notu taşınabilir Sony Vaio bilgisayarında hala kayıtlı. (
bana nasıl kalbimde o hocamı taşımak ağır gelmiyorsa ona da tek değerli mal
varlığı olan bilgisayarında onları taşımak ağır gelmiyor ) Ancak zannetmeyin ki
bilgisayarında kayıtlı diye hafızasından bir daha hatırlanmamak üzere sildi…
Hatta öyle ki bakın ne diyor: ‘’ Ulan dümbükler, ben sizi unutsam, sevmesem,
sizin anılarınıza değer vermesem bu kadar işin gücün arasında böyle şeylerle
uğraşır mıyım??? Sizlerden güzel haberler almak, sizleri mesleğe gönül vermiş
görmek bundan sonra bizim tek haz ve güç kaynağımız. ‘’ O hocam şunu bilsin
istiyorum ben de onu daima hatırlayacağım , hiç unutmayacağım , aklıma geldikçe
gözüm uzaklara dalacak şimdi olduğu gibi belki de peçete arayacağım odanın dört
bir tarafında , abilerim ablalarım bana onun yanındayım diye kızıyor diye ona
‘’ iyi madem bir daha gelmem yanına ‘’ desem de içim böyle bir kötü oluyor , ‘’
bak çocuk diyorum tutamayacağın sözleri verme sonra bir de yalancı çocuk
olursun ‘’ ama o sözleri kalbim vermiyor ki daha doğrusu kalbim öyle sözler
veremez ki ne yapsam bilemedim, ‘’ bana hayat dersi ver ‘’ dediklerim ‘’ uzmana
görün ‘’ dediler halbuki aynı kişi ‘’ benimle her şeyi paylaş ‘’ derdi hayat
tuhaf bu çocuk anlam veremiyor, belki siz anlam verirsiniz hocam kim bilir? Ama
eğer olur da bu şehirde fiziksel olarak tutunacağım tek dalım arkadaşlarım ( ki
en çok sevdiğim arkadaşım Esra ) kalırsa
bile o hocam bilsin ki kalbimde o hep var olacak ne fark eder ki dokunmasam
kaprislerimi çekmese , bana gülümsemese , hatta görünce yüzünü çevirse , ama
yeter ki bazıları ona kızmasın, benim tohumlar ekemediğim oynarken farkında
olmadan çiçeklerinin dallarını kırdığım, çimlerini ezdiğim bahçeyi onlar
yeşillendirsin ama ne olur ona kızmasınlar, benim gibi ara sıra küsüp gidip 10
dk. sonra dönüp ‘’bu son ‘’ deyip bir aydır itinayla sözlerine dikkat edip
kalbini kırmayayım derken başkaları tarafından o bahçeden çıkarılmasınlar…Benim
dinlediğim ve söylemek istediğim ama galiba yarım bırakmak zorunda kaldığım
şarkının devamını onlar söylesinler. Ama en çok da benim gibi çocuk olmasınlar
biraz olgun davransınlar belki o zaman daha az severler de göze çok batmaz…
Abdullah Hocam, ben o hocamı çok seviyorum hem de çok ; onun ve aynı
zamanda benim yürek sızım olan ağacı kesmek isterken dallandırıp budaklandırıp
onun gibi olmak isteyecek kadar çok seviyorum, güzel yurdumun çoluk çocuğunun o
ağacı çizerken onun görmek istediği gözlerle görmek isteyecek kadar çok
seviyorum hem de çok…
04 Mayıs 2010,
20:14 (Düzenle)
Abdullah Can( ım ) Hocam ve sitenin müdavimi olan arkadaşlarım, abilerim,
ablalarım
( Başlangıç hep aynı bir değişiklik yapmak lazım , işte ben de bu yazımda
bunun üzerine duracaktım evet değişiklik )
Tekrardan belirtmem gerekirse bir rumuz ile yazıyor olmam bu platformu
ciddiye almadığımdan değildir benim ben Necla ay ne Neclası benim Şaziye
diyerek kendimi ifşa edebiliyorum ; ancak bu rumuzu kullanmak beni mutlu ediyor
beni ifade eden bir rumuz değil ancak şimdilik…
87. mesajı yazıyor olmak ve bu defterin ilerleyen zamanlarda ” Anılar
Hocam platformunuzu sürekli kullanıyorum ama ne yapayım yazmayı çok
seviyorum ve yazdıklarımın okunması beni mutlu ediyor. Bir seferinde ( 10 Ocak
2010 resmi gazetede )
siz de ” Canın ne zaman isterse her daim yazabilirsin Şaziye ” demiştiniz , ben
de bu cesaretle yazmaya devam edeceğim sanırım.
Değişiklikten bahsettim ya bu sefer sizlerle ‘’ Mutsuz Olmanın Anahtarları
‘’ paylaşacağım.
Çevremde mutsuz insanlar oldukça fazla , belki ben de onlardan biriyim ya da
vazgeçtim evet ben de onlardan biriyim. Niye Pollyannacılık oyunu olmaksızın
mutlu olacağımız şekilde davranmıyoruz da iplerimizi diğerlerinin ellerine
verip onların bizlerin yerine yaşamasına izin veriyoruz kendi hayatlarımızı?
Hadi bir karar verelim kendimiz mi olalım yoksa diğerleri mi bizler olsun? Hadi
en azından biz verelim bu sefer ki kararımızı…
MUTSUZ OLMANIN ANAHTARLARI
Hayatınızda eksiklikleriniz, sahip olamadıklarınız üzerinde düşününüz. Her
zaman heyecanlı ve stresli olunuz. Kendinizi sürekli başkalarıyla
karşılaştırın, özellikle de onların üstünlükleriyle. ( İŞTE BU ÇOK KÖTÜ SİZİ
MÜKEMMELLİYETÇİLİĞE İTER VE MUTSUZLUK BAŞ GÖSTERİR )
Daha fazlasını isteyin, elinizdekilerle yetinmeyin. Her şeyi üstünüze
alının, ilk fırsatta insanlara kızın. ( ABDULLAH HOCAM BU KONUDA BİR TANE HİÇ
KIZMAZ KIZAMAZ YALNIZCA KIRILIR O KADAR ) İşyerinizde, okulunuzda insanların
size hiç saygı duymadıklarını varsayın ve önlem olarak siz de onlara hiç saygı
duymayın.
Olabildiğince az arkadaşınız olsun, mümkünse hiç. Olabildiğince az gülün,
iyi bir neden olmadıkça asla. ( MUTLU OLMAK İÇİN GÜLMEK GEREKMEZ Kİ BEN ÇALAR
SAATİN SESİNİ DUYUP ZİNDE KALKTIĞIM VAKİT BİLE MUTLU OLABİLİYORUM) Her zaman
her yerde olabildiğince her şeyden yakının.
Yaşamınızda olabildiğince kararsızlık yaşayın. Ne kadar çirkin olduğunuzu
düşünün. Kimseyi bağışlamayın, kendinizi bile. ( BİZLER BAZEN KENDİ YAŞITIMIZ
DAKİ ARKADAŞLARIMIZI AFFETMİYORUZ ANCAK BİZDEN BÜYÜKLERİMİZ BİZİ AFFEDİYORLAR
ÇÜNKÜ AFFETMEK İNSANI ÖZGÜRLEŞTİRİR VE HER ZAMAN DERİM AFFETMENİN DAYANILMAZ
BİR HAFİFLİĞİ VARDIR DİYE )Olabildiğince az spor yapın, mümkünse hiç yapmayın.
( KEŞKE BEN DE ABDULLAH HOCAM GİBİ TEMENYERİ PARKI GİBİ BİR PARKTA HER AKŞAM
YÜRÜYÜŞ YAPSAM AMA BEN SADECE SALINCAKLARA BİNİYORUM O KADAR : ) )
Doğadan mümkün olduğunca kaçıp, kendinizi kentin kalabalıklarına atın. (
PARAM OLUNCA BEN DE Mİ MUDANYA’DAN EV ALSAM NE ? )
İnsanların acılarını ve çaresizliğini yansıtan müzikler dinleyin , filmler
izleyin. ( MESELA BEN ŞİMDİ ‘’ YESTERDAY ‘’ ŞARKISINI DİNLİYORUM VE ÇOK
MUTLUYUM SİZ DE BANA TAKILABİLİRSİNİZ )
Bebekler ve çocuklardan uzak durun onlarla muhatap olmayın. ( BEN EN SON
KÜÇÜK SANAYİ MİNİBÜSÜNDE ECENUR İSİMLİ BİR BEBEĞİ SEVDİM AMA 6 YAŞINDAKİ
KARDEŞİMİ ÖYLE ÖZLEDİM Kİ…)
Kimseye sarılmayın ve kimsenin size sarılmasına müsaade etmeyin. (
SEVDİKLERİME SARILIRKEN BEN HER ZAMAN GÖZLERİMİ KAPATIRIM SONRA HAYAL EDERİM
ÖYLE GÜZEL Kİ SİZ DE DENEYİN…BİR DE BEN KOCAMAN KOLLARI OLAN İNSANLARI ÇOK
SEVİYORUM ÇÜNKÜ ONLAR EĞER İÇLERİNDE BİR DE SEVGİ VARSA TÜM SEVDİKLERİNİ
KUCAKLAYABİLİYORLAR )
Aşık olmaktan vebadan sakınır gibi sakının. Dua ve ibadetten uzak durun. (
BEN DUANIN GÜCÜNE HEP İNANMIŞIMDIR. HELE BİR DE SİZİ SEVEN SİZDEN BÜYÜKLER SİZE
DUA EDİYORLARSA… BEN HER SINAV ÖNCESİ ABDULLAH HOCAMIN VE ANNEMİN DUALARINI
ALIRIM ÖYLE İYİ GELİR Kİ ÇÜNKÜ BİLİYORSUN YALNIZ DEĞİLSİN. BİR DE ANNEM BANA
HER SEFERİNDE ‘’ ÇOCUKLARIN DUALARI KABUL OLUR , DUA ET ‘’ DER ; BİLİYORUM
ANNELERİMİZİN GÖZÜNDE HEP ÇOCUĞUZ AMA SANKİ AZ BİRAZ BÜYÜMEYE BAŞLADIM MI NE?
Dünün pişmanlığını ve yarının kaygısını aklınızdan çıkarmayın.
Unutmayın! Geçmiş size nasıl hiçbir umut ve sevinç vermediyse, gelecek de
aynı olacaktır. Her zaman katı, önyargılı, kaba ve karamsar kişilerle birlikte
olun. Ilımlı ve neşeli insanlardan sakının.
Sakın söylediklerimin tersini yapmayın , sonra mutlu olursunuz ha!!!
05 Mayıs 2010,
21:51 (Düzenle)
Abdullah Can ( ım ) Hocam ve arkadaşlarım, ablalarım ve abilerim,
Evet gene ben Şaziye… Abdullah Hocamın ‘’ Her daim canın istediğinde,
canının istediğini yazabilirsin. Ben yazılan her sözcüğü muhterem kabul ediyor
(bir kısmı bence muteber olmasa bile) ilgiyle okuyorum. ‘’ söylediği bu
cümlelerden cesaret alarak yazmaya devam ediyorum sanırım beni yıldırmak da
oldukça zor olacak:)Takıntılarımdan bir diğerini paylaşmaya sıra geldi…
Sizlerin de bildiği üzere 9 Mayıs Pazar günü ALES Bahar dönemi sınavı
yapılacak. Çevremde ALES’e girecek o kadar insan var ki…Hani düşünmüyor da
değilim acaba 2010 yılında üniversiteden mezun olacak bir Türk vatandaşı ALES’e
neden girer? Ya da yurdum şartlarında yani bir üçüncü dünya ülkesinde ALES’e
giren bir öğrencinin amacıyla gelişmiş bir ülkede ALES benzeri bir sınava giren
öğrencinin hedefi aynı mıdır? Yoksa bu hedefler ülkeden ülkeye değişiklik
gösterir mi? Güzel yurdumda mezun öğrencilerimiz kendilerine iş verilmediği
gerekçesiyle devleti ve dahi iktidardaki aynı zamanda muhalefetteki
liderlerimizi suçlarken acaba ALES’e işsiz olduklarını gizlemek maksadıyla mı
giriyorlar? Ya da yurdum üniversitelerindeki erkek öğrenciler annelerin ve
babaların ‘’ Vatan Sağolsun ‘’ naralarıyla uğurladıkları askerliği erteleme
maksadıyla mı ALES’e girerler? Ya da aynı şekilde öğrenciler Başbakanımızın da
konuşmalarında dillendirdiği gibi Allah’ a şükür krizin teğet geçtiği!!!
ülkemizde hayata atılmaktan mı korkuyorlar ve öğrenciliği hayat mücadelesine
yeğliyorlar? Yani ‘’ akademisyenlik ‘’ krizde gözde meslek mi oldu? Yüksek
lisans ve dahi doktoranın artılarını eksilerini yazıp altı şapkalı düşünme
tekniğini kullanan kaç kişi bu sınavda yerini alacak? Ya da gerçekten ‘’
akademisyen ‘’ olmak için ( üniversitede ders vermeyi kesinlikle kastetmiyorum
) kaç kişi bu sınava girecek? Ya da tüccar mantığıyla örnek verirsem ‘’ o kadar
yüksek lisans yaptık doktora da yaptık artık para kazanma vakti ‘’ diyenler
çoğunlukta mı? Peki bu kişiler yüksek lisans ya da doktoranın aslında tüccar
ruhuyla yapılmasının bir getirisi olmadığını göremeyecek kadar eğitimli
değiller midir? Yurdumda gerçekten mezunlarımız çaresizlikten mi yüksek lisans
ve doktora yapıyorlar? Aklımdaki diğer bir soru da devlet üniversitelerimiz
yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamlamaları için öğrencilerden yüksek
meblağlar talep etseler ( yanlış anlaşılmak istemem ama ben istenen harç
miktarlarının biraz daha fazla olmasından yanayım , kendimce bunun için
gerekçelerim var ) fırsat eşitsizliği mi ortaya çıkar ve o zaman da
üniversitelerimiz mi tüccar ruhlu ( zaten oldukları gibi ) görünürler? Ya da
yurdumda çoktan seçmeli objektif teste alışmış ve iki satırla düşüncelerini
dillendiremeyen gençler acaba tez aşamasında eğer olur da zorlanırlarsa ‘’ ben
de akademisyenlik kumaşı yok ‘’ deyip vazgeçecekler midir yoksa ‘’ ya sabır ‘’
deyip devam mı edeceklerdir? Konuşmayı seven bir gençlikten yazmayı ve aynı
zamanda sorgulamayı seven daha doğrusu benimseyen bir gençlik ortaya çıkarmak
ancak tez aşamasında mı kendini gösterecek? Yüksek lisans ve doktoranın bilgi
alanında kalifiyeli olmamızı sağlarken deneyim alanında ne kadar yanımızda
olduğunu sorguluyor muyuz? Ya da hepsini aştık diyelim yurdumda üniversitelerde
eğitim alan öğrencilerin acaba yüzde kaçı 2547 sayılı yükseköğretim kanununun
50/d ve 33/b ve dahi akademisyenliğin ilk basamağındaki yardımcı doçentliğin
statüsünden haberdar? Ya da ülkemizdeki üniversitelerdeki hiyerarşik
yapılanmada diğer ülkelerin aksine piramidin tepe noktası ve en alt basamağında
müthiş bir yığılma varken ortalardaki akla mantığa uymayan yapılanmadan kaçı
haberdar?
Farkındayım çok sorguladım ama biraz daha devam edersek…İnandığım ve o
şekilde olmasını istediğim bazı şeyler var. Bunlardan birisi ; yüksek lisans ve
doktora eğitimi için biraz daha yüksek harç miktarlarının talep edilmesi…Dışarıdan
bunları okuyan kişi tarafından belki de ‘’ kapitalist ruhlu ‘’ olarak fişlenmek
pahasına böyle düşünüyorum ancak öğrencilerden aktarılan bu kaynağın öğrenciler
için kullanılmasından yanayım ve tabi ki bunun hesabı kitabı yapılmalı…Bir
diğer inancım ; ticaretteki para mantığı akademisyenlikte işlemez yani akademik
kariyer insana para kazandırmaz aksine harcatır. Akademisyenin para kazanma
kaygısı olmamalıdır ; bu yüzden genel bir kanım var gene yanlış anlaşılmak
istemem ama nitelikli akademisyenlerin maddi durumu iyi ailelerden ya da
bekarlardan çıktığına inanmaktayım ( tabi ki istisnalar mevcut ; tıp alanında
kalp ameliyatlarıyla ünlü Prof.Dr. Birgün SÖNMEZ , ya da psikolog Prof.Dr.Üstün
DÖKMEN ya da benim dilbilim alanında I LIKE THE WAY HE IS ON diyebildiğim
Prof.Dr.Ahmet KOCAMAN gibi ) Diğer bir inancım akademisyenlik ve üniversitede
ders vermek aynı anlama gelmemeli evet onu bunu araya koyarak belki
üniversitede ders verebilirsiniz ancak bu akademisyen olduğunuz anlamına
gelmez.
Benim gözümde ‘’ akademisyen ‘’ bu işe gönül vermelidir ve küçük çıkarlar
dünyasında kendine yer edinmeye çalışmamalıdır, az para kazansa da haz
alabilmelidir ve gerçekleri çekinmeden yurdum insanının yaptığının aksine
söylenmeden söyleyebilmelidir…
12 Mayıs 2010,
06:53 (Düzenle)
Abdullah Can(ım) Hocam,
Öncelikle günaydın ; gene ben Necla yani Şaziye diyecektim:)
Yorum seçeneklerini aktif hale getirmeyi arada bir unutuyorsunuz ama ben
olsam her seferinde unuturdum:)
Dün odamın ışığını açık bırakmışım o yüzden sabahın 06.30′unda
uyandım, şimdi de derse gitmem gerekiyor ancak onun öncesinde ben de sabahın
bir vakti bir şiir paylaşacağım ; bu şiiri kocaman kolları ve kocaman kalbi
olan hocama hediye etsem…
nazım hikmet
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız
biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylan
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız
biz, ey sürgünlerin nazım’ı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lacivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız
hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız